Trump

<--

Amerikan seçimlerinde iki partinin adayları belli oldu. ABD’nin geleceği ve dünyanın seyri açısından daha ilginç ve yer yer de ürkütücü kampanya, Cumhuriyetçi Parti’ninkiydi. Parti seçkinleri ile tabanı arasındaki şiddetli anlaşmazlık ve uyumsuzluk, önce seçkinlerin adaylarının erkenden devreden çıkmasına yol açtı. Indiana’daki son önseçimden sonra kalan 2 aday, renksiz Kasich ve dinci muhafazakâr, sevimsiz Ted Cruz havlu attı.

Bu durumda Donald Trump Cumhuriyetçi Parti’nin adayı olmayı garantiledi. Trump, eğer oy çoğunluğu ona ait olmasına rağmen kendisine adaylık verilmezse kurultayda olay çıkaracağı tehdidini de savurmuştu. Destekçilerinin kampanya sırasında sıkça şiddete başvurmaları, Trump ve ekibinin de genelde bu tür olaylara seyirci kalmaları ya da gülerek destek vermeleri, tehdidin boş olmadığını gösteriyordu.

Sonuçta Cumhuriyetçi Parti çaresiz kaldı. Kendine âşık, zararlı ve zehirli bir yerelciliği temsil eden, hayatında tek gün siyaset yapmamış, bir dediği diğerini tutmayan, uygulayacağını söylediği siyasetler uçuk, ırkçı bir dil kullanan, sahtekârlıkları ayyuka çıkmış bu müteahhit, partinin tabanıyla müthiş bir bağ kurmayı becerdi. Kendi parasını harcayarak adaylığı kazanması, herhangi bir lobinin kölesi olmayacağına dair görüşü güçlendirdi. Lobilerden “İllallah” demiş Amerikan seçmeni, buradan bir bağımsızlık ve halkçılık menkıbesi üretti.

Trump sıradan bir aday değil. Kampanyasında dışa vuran unsurlar, hitap ettiği kitlenin talepleri ve Trump’ın demokratik sistem içindeki yerleşik kuralları hiçe sayan tavrı, geniş çevrelerde kaygı uyandırıyor. Trump’ın söyleminde yerleşik düzenin tüm kuralları neredeyse gayri meşru ilan edilecek. Onun önünü kesecek herhangi bir kuralın kabul edilmesi söz konusu olamayacağı gibi gerekirse bu gerçeği görmeyenlere şiddet uygulanması gayet doğal.

Trump, asıl gücünü küreselleşmenin fena halde silkelediği ve darbe vurduğu Amerikalı beyaz kitlelerden alıyor. Muhafazakâr yazar Andrew Sullivan’ın New York Dergisi’nde yayımlanan “Amerika Tiranlığa Hiç Bu Kadar Hazır Olmamıştı” (America has Never Been this Ripe for Tyranny) başlıklı yazısında vurguladığı gibi: “Küresel ekonomik rüzgârlar mavi yakalı işçileri toplumun hemen tüm kesimlerinden daha ağır şekilde vurdu ve onları dünyanın her yerindeki benzer vasıflarda işçilerle rekabet zorunda bıraktı.” Amerikan sistemi içinde sol dahil hiçbir grup, esaslı bir ekonomik darbe yemiş bu grubun çıkarlarını savunmadı.

Çoğunluğu beyazlardan oluşan bu kitle, seçkinlerin sosyal ve kültürel alanlardaki liberalizminden giderek nefret etmeye başladı. Zira hemen her kültürel grubun hakları savunulur ve bunlarla ilgili özgürlük ve saygınlık mücadeleleri verilirken bu grubun duruşu, kültürü küçümsendi, ırkçı diye aşağılandı ve dertleriyle ilgilenen olmadı. Hakir görülen bu kitle, öfkesini içinde biriktirerek kendisini “varlıkları elinden alınmış ve adil olmayan bir düzen tarafından yaralanmış” gördü.

Trump, bu kitlenin öfkesine tercüman oldu. Çoğunluğu 45 yaş üzeri eğitimsiz beyaz erkeklerden oluşan taban, hakkını yediklerini düşündüğü grupları (Meksikalıları, Müslümanları hatta kadınları) dışlayan, onlara hakaret eden ve en ucuz dille konuşan adayı bağrına bastı.

Trump’ın başarısının gerisindeki en önemli unsur, ABD’nin yerleşik seçkinlerinin alt sınıflara yönelik umursamazlığıdır. Bu seçkinlerin sistemi kilitlemeleri, eşitsizliklerin artmasına bigâne kalmaları, gereksiz savaşlara girmeleri, finansal sistemin çöküşünde sorumluları koruyarak mağdurları göz ardı etmeleri, sonunda şiddetli bir tepkiyi tetikledi.

O durumda da Sullivan’ın yazdığı gibi, “Eğer seçkinler karşılıklı tavizlerle ülkeyi yönetemezlerse, dışarıdan birisi halkın tutkularına ve vahşi şiddete dayanarak ülkeyi yönetmeye kalkışacaktır”. Bu nedenle Donald Trump, ABD ve dünya açısından, demokratik sistem bağlamında ciddi bir tehdittir.

About this publication