”One Minute” to Israel by Obama

<--

Obama’dan İsrail’e ‘one minute’

Ankara ile Washington’un arası şu sıralar açık olmasaydı, belki de ABD Başkanı Barack Obama ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ilk bir araya gelişlerinde İsrail’i çekiştireceklerdi! Çünkü İsrail yönetimi, Erdoğan’a attığı kazığın bir benzerini Obama’ya da attı. Ne var ki, tıpkı Erdoğan gibi, Obama da çetin ceviz çıktı. İsrail-Suriye barışı için arabuluculuk yapan Erdoğan hükümeti, mutabakata varılmasına ramak kala, Olmert yönetiminin Gazze’ye saldırma kararıyla şoke olmuştu. Tabii ortada ne barış süreci, ne arabuluculuk kalmıştı. Bunun üzerine de Erdoğan, İsrail’e Davos’ta ‘one minute’ çekmiş, eleştirilerinin dozajını azaltmadan sürdürmüştü.

Obama yönetimi de sessiz ve derinden ‘Ortadoğu Barış Süreci’ni yeniden canlandırmak için gayret sarf ediyordu. Bu, Obama’nın seçim kampanyasında kendi kamuoyuna, geçen haziranda Kahire’de yaptığı konuşmada İslam dünyasına ve uluslararası camiaya kilit bir taahhüdü idi. Nobel Barış Ödülü dahi adeta Obama’nın Ortadoğu barışında umulan müstakbel gayretleri için peşinen verilmişti. Obama yönetimi tam Arap ve Yahudi tarafları ikna ettiğini açıkladığı ve Başkan Yardımcısı Joe Biden’ı neşeyle İsrail’e gönderdiği günlerde Netanyahu hükümeti, statüsü tartışmalı Doğu Kudüs’e 1.600 yeni bina yapılacağını açıkladı. Böylece barış çabalarına dinamit koyulan Başkan Obama ve yönetimi, en az Erdoğan kadar küçük düşürülmüş oldu.

İsrail’in sorumsuz davranışlarını nasıl en yakın Müslüman dostlarından Türkiye sineye çekemediyse, baş Batılı müttefiki ABD de artık içine sindiremiyor. Zira Obama yönetiminin zirvesindekilerden İsrail yönetimine hiç alışılagelmedik sertlikte ve açıklıkta eleştiriler südur etti. Aslında İsrail ile Obama yönetiminin yıldızları hiç barışmamıştı. Obama, Müslüman olduğu ya da en azından Müslümanlara daha müzahir bir çizgi benimseyeceği iddiaları nedeniyle henüz başkanlık seçimi kampanyasında çoğu İsrailli tarafından mimlenmişti. Ortadoğu’da Obama’ya en kuşkulu bakan ulusların başında Yahudiler geliyordu.

Genelde Demokratik Parti destekçisi olan Amerikalı Yahudiler, 2008’de yüzde 80’lere varan oranlarda Obama’ya oy verdiler. Ancak Musevi lobi gücünün asıl motoru olan İsrail sağına yakın çizgi, Obama’ya hiç güvenmedi. Söz konusu kesim, sabık başkan George W.Bush’u adeta avucunun içine almıştı. Obama ise her kuşun eti yenmez dedirtti. Gerçi yerleşimler konusundaki taleplerinden bir ara geri adım attı. Ama son gelişmeler, Obama’nın barış iradesinin sınırlarını yoklayanları pişman etti. İsrail’in tavize yanaşmayan sağcı koalisyonunun lideri Başbakan Netanyahu, geçen haftaki Washington ziyaretinde Obama’yı yumuşatamadan gerisin geriye ülkesine döndü.

Obama yönetimi, Netanyahu’ya yaptığı bazı sembolik hareketlerle İsrail yönetimine ne kadar kızgın olduğunu kamuoyuna yansıttı. Mesela liderler arasında Beyaz Saray’da saatler süren müzakerelere rağmen, Netanyahu’nun Başkan Obama şöyle dursun, Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ile dahi ortak bir resminin çekilmesine imkân verilmedi. Ne ortak basın toplantısı ne de yazılı basın açıklaması yapıldı. Gerçi Clinton, İsrail lobisinin amiral gemisi AIPAC’in Washington’daki yıllık konferansına katılmaktan geri durmadı. Ama İsrail’e toz kondurmayan camianın gözünün içine baka baka ‘statüko kabul edilemez’ mesajını verdi.

Peki iki ülke arasında büyük bir yol ayrımı mı söz konusu? Ortada ciddi bir güven bunalımı ve kriz olduğu aşikar. İsrail’in son şımarık davranışlarıyla Amerikan devleti ve kamuoyundaki olumlu imajını zedelediği de muhakkak. Ancak son tahlilde her iki ülkenin de müşterek çıkarları ve değerleri ayrıştırıcı noktalardan daha fazla. Dolayısıyla ilk fırsatta vaziyeti düzeltmeye çalışıyorlar.

Bununla birlikte, Amerika’da dokunulmazlığa fena alış(tırıl)mış olan İsrail için alarm zillerinin yavaş yavaş çalmaya başladığı da görülüyor. Bunun en önemli göstergelerinden biri, ABD Merkez Komutanlığı CENTCOM’un komutanı David Petraeus’un Senato Silahlı Kuvvetleri Komitesi’nde 16 Mart’ta yapılan oturumda söyledikleri. General Petraeus, Arap-İsrail ihtilafının ‘ABD’nin İsrail’i kayırdığı algılaması nedeniyle anti-Amerikan duyguları beslediği’, Arap öfkesinin ABD’nin bölgedeki ortaklıklarının ‘derinliğini ve gücünü’ olumsuz etkilediği görüşünü serdetti.

Hemen her objektif uluslararası ilişkiler gözlemcisinin yaptığı bir tespit bu. Ama eskiden Amerikan devlet erkânından, hele açıktan kolay kolay duyamazdınız böyle şeyleri. Üstelik konuşan, ABD halkının en sevdiği komutanlardan biri ise ordu ve kamuoyundaki itibarını çok önemseyen İsrail ve lobisi açısından meselenin ciddiyeti ortaya çıkıyor. Nitekim AIPAC ve çizgidaşı Amerikan Yahudi örgütleri, hemen bu tür beyanların anti-semitizmi ve İsrail karşıtlığını körükleyebileceği argümanına sarılıp tartışmayı boğmaya çalıştılar. Ama bunda eskisi kadar başarılı olabildiklerini söyleyemem.

Amerikan halkı ve devleti İsrail’i ne denli sevse ve kayırsa da; önce can gelir, sonra canan. Kızışan global hakimiyet rekabetinde 1,5 milyar Müslüman’ı karşısına almanın fiili ve fırsat maliyetlerini daha iyi görmeye başlayan ABD, İslam dünyasıyla karşılıklı saygı ve müşterek çıkarlara dayalı bir ilişki kurmak istiyor. Bu hayati stratejik hedefi zehirleyen şeylerin başında ise Ortadoğu’da kanayan Filistin yarasının geldiği kanaati yaygınlaşıyor. İsrail ve lobisindeki şahinler, bu eğilimin üstüne üstüne gideceğine, olayı Obama’nın şahsına indirgeyip altını oymaya çalışacağına, politikalarına biraz çekidüzen vermeli. Yoksa, parayla ve taban baskısıyla adeta emir kulu haline getirdikleri Amerikan Kongresi dahi İsrail’i ABD’de (ve dünyada) zemin kaybından zor kurtarır.

About this publication