In Global Nuclear Diplomacy, All Roads Lead to the U.S.

<--

Nükleerde her yol Amerika’ya çıkar

AKP diplomasisi, İran’a karşı yaptırım uygulanması seçeneğini daha en başından, kategorik biçimde reddederek bu çok kritik konuda kendi ülkesi Türkiye’yi oyun dışına itti…

Oyunu terk ettiğiniz anda, yaptırımların kapsamı ve içeriği hususunda söz söyleme yetkisinden kendinizi yoksun bırakırsınız.

O yaptırımlardan en çok etkilenecek ülkenin Türkiye olduğu malum iken hangisi daha akıllıcaydı?

“Ben bu oyunda yokum” diyerek, yaptırımların sizin dışınızda ve belki de olabileceğinden daha da aleyhinize biçimlenmesini seyretmek mi?

Yoksa yaptırımların Türkiye’ye vereceği zararı en aza indirmek için süreçte söz sahibi olmak mı?

Elbette ki ikincisi…

Bizimkiler “Nasılsa Batı, Rusya ve Çin’i yaptırımlara ikna edemez” diye düşünerek oyalandılar galiba.

Bu arada kendi kendilerine başka bir oyunu oynamak istediler.

Arabuluculuk oyununu… Ama bu oyunun birinci kuralını unutmuş gibiydiler.

Arabuluculuğun ön şartı tarafsız olmaktır.

Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Türkiye’nin arabuluculuğunu kabul ettirmek için Tahran’a gidip gelirken, Başbakan Erdoğan mesela, İran’ın avukatlığını üstlendi. Hem de dozunu kaçırarak…

Bütün göstergeler İran’ın askeri bir nükleer program izlediğini doğrularken bunları “dedikodu” olarak niteleyen bir Başbakanınız varsa tarafsızlığınıza kim inanır?

İran’ın ya da İran’ı nükleerden vazgeçirmeye çalışanların arabuluculuğunuza zaten ihtiyaç duymamaları bir yana, siz hiç “taraflı arabulucu” gördünüz mü? Dolayısıyla, biz bu “tek kişilik” arabuluculuk oyunu denemesinden asıl oyuna, yani yaptırımlar konusuna dönelim…

Yumurta kapıya dayanmıştır. Bu nedenle akılların yavaş da olsa başa devşirildiği ve yanlıştan dönülmek istendiği izlenimini veren işaretler alıyoruz.

Dışişleri Bakanı’nın AA’ya söyledikleri ilginçtir.

“(Yaptırım paketine) Peşinen teyit vermemiz söz konusu olamaz. Bizim öncelikle tabloyu görmemiz lazım” demiş Davutoğlu…

Türkiye’nin oyuna girme arzusuna dair güzel bir işaret…

Davutoğlu’nun bu bağlamda not edilecek diğer sözleri de şöyle: “Belli ülke gruplarının kendi aralarında müzakereler yürütüp, (biz bunda anlaştık) diye bir şey getirmesi, bu diğer ülkelerin bir anlamda BM Güvenlik Konseyi’ndeki konumlarını yeterince değerlendirmemek anlamına gelir. Özellikle Türkiye gibi (İran’a) komşu bir ülkenin… Biz Irak’a yönelik ambargolardan nasıl mustarip olduğumuzu biliyoruz.”

İran’a karşı yaptırımların Türkiye’yi Irak’a uygulanan ambargolar kadar mustarip etmesini beklemek aşırı kötümserlik olur.

Rusya ve Çin gibi İran’ın yakın ticaret ortağı iki Doğu ülkesinin bir yaptırım rejimine destek vermesinin koşulu, o yaptırımların, adındaki gibi “ağırlaştırılmış” değil, tam tersine “hafifletilmiş” olmasıdır.

Hafif yaptırımların bir petrol, doğalgaz ya da benzin ambargosu içermeyeceği bellidir.

Ayrıca ABD İran halkının gündelik yaşamını sekteye uğratacak yaptırımlardan yana değildir.

Aşikâr olan ise hafif yaptırımların İran’ı nükleerleşme yolundan döndüremeyeceğidir. Ayrıca, nükleer güce erişmeyi kafasına koymuş ve bu yolda hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan bir ülkeyi yaptırımlarla durdurmanın imkânsız olduğunu o yaptırımları isteyenler de biliyor.

İran’ın nükleerleşmesini sadece bir rejim değişikliği durdurabilir.

Bu yaptırımlar bütün meşru seçeneklerin birer birer tüketilmesi için isteniyor.

Seçenekler tükenir ve İran yine de nükleerleşirse, bu durum, “koruyucu” ABD’nin İran’ı çevrelemek için bölgeye yerleşmesini de meşrulaştıracak, çünkü en başta İran’dan korkan bölge ülkeleri bunu isteyecek.

Bu olmadı, İsrail tek yanlı olarak İran’a saldırdı diyelim… İran mukabelesinin enerji arz güvenliğini ya da üçüncü tarafları hedef alması halinde ABD’nin askeri müdahalesiyle karşılaşması da meşru kabul edilecektir.

Nükleer kriz, her durumda ABD’nin bölgedeki varlığını meşrulaştırmasıyla sonuçlanacak.

About this publication