Balance in Civil-Military Relations in Turkey and U.S.

<--

Yüksek Askerî Şûra’daki (YAŞ) atama sürecinde tekrar gün yüzüne çıkan asker-sivil güç mücadelesi Washington’da eskiden olduğu kadar heyecan uyandırmıyor.

Bunun tek nedeni ABD başkentinin tatil havasına girmiş olması değil. Eskiden generaller sivillere şöyle bir höt dedi mi sadece Ankara değil, Washington da hizaya gelir, herkes stratejik önemi haiz Türkiye’nin zimamını elinde bulunduran Genelkurmay’a hoş görünmek için azami gayret sarf ederdi. Şimdilerde ise durum çok farklı. Askerin sivil irade karşısında sürekli mevzi kaybettiği, hâlâ büsbütün göz ardı edilemeyecek bir siyasi rolü olsa da, eski gücünden çok şey kaybettiği düşünülüyor. Amerikan medyasında YAŞ’a ilişkin çıkan haberlerde, ordunun siyasi nüfuzundan bahsedilirken ‘bir zamanlar güçlü olan’ ifadesinin sıkça kullanıldığı müşahede ediliyor.

Sivil-asker ihtilaflarında Washington ahalisini en çok endişelendiren şeylerden biri ordunun tepesinin atıp darbe yapma ihtimaliydi. Belki birçok ülkede hükümetlerin kim vurduya gittiği Soğuk Savaş ortamında darbeler ABD için çok büyük sorun olmayabilirdi. Hatta yer yer tercih edilirdi. Ancak Soğuk Savaş’ın bitiminden sonra Washington bir NATO ülkesi olan Türkiye’de fiili askerî darbelere kırmızı ışığı yaktı. Çünkü NATO son tahlilde bir demokrasiler ittifakı. Ve dünyada ABD’yle en yakın işbirliği içindeki ordulardan birinin fazla antidemokratik görüntü vermesi içeride ve uluslararası camiada Amerikan devletine sıkıntılar çıkarır. Bu itibarla, Türkiye’de artık planlanmış ve planlanabilecek tüm askerî darbeler aynı zamanda ABD karşıtı olmak durumundadır.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nde (TSK) son dönemlerde Amerikan karşıtlığının artmasının nedenlerinden birinin Washington’un da genel manada desteklediği reformlar sayesinde siyasi militarizm geleneğinin sivil demokratik kıskaca alınması olduğunu düşünüyorum. Orduda birçokları Washington’un demokrasiye -eksik gedik de olsa- desteğini, muhalif oldukları AK Parti hükümetine çanak tutma olarak algılıyor. Ve ABD’yi siyasi iktidarlarına baş engel olarak görüyor. Adı Balyoz tipi darbe iddialarına da karışan bazı askerî eşhasın Amerikalılarla kurduğu yakın ilişkiler temelde reelpolitizm ve pragmatizm gereği. Bunun Washington cephesinde de, aralarında birtakım neoconların da bulunduğu bazı ideolojik gözlüklüler hariç, genelde reelpolitik ve pragmatik bir karşılığı var. Yani kimse kimseyi kara kaşı kara gözü için sevmiyor.

Türk ordusunun ülke yönetimindeki orantısız ağırlığı, onun teknik muhatabı olan Pentagon’un Washington’da Türkiye politikasının oluşumundaki rolünü de orantısız derecede etkili hale getirmiştir. Türkiye’de ordunun giderek daha fazla sivil kontrolüne girmesi, zaman içinde Washington’un Türkiye politikasını belirleyen mekanizmalardaki sivil ağırlığını da artıracaktır. Bir başka deyişle, bundan böyle ABD Dışişleri’ne, CIA’e ve devlet dışı sivil unsurlara daha çok iş düşecek. Generallere lobi yapıp onların aracılığıyla hükümet ve Meclis’in kararlarını etkileme gayretleri artık pek sonuç vermeyecek. Washington’un sivil mercilere yönelmesi, demokratik denetim mekanizmalarının büyük ölçüde dışında bırakılan milyarlarca dolarlık silah ihalelerinin TSK bünyesinde yol açtığı ahlaki çürümeyi de azaltacaktır.

Aklı Soğuk Savaş döneminde kalmış bir kısım Amerikan dış politika erkleri, alışkın olmadıkları için Türkiye’de topyekün sivilleşmeye hâlâ kuşkuyla bakıyor olabilir. Eksen kayması endişelerinin de temelinde, Türkiye’de her şey gibi dış politikanın da sivil demokratik eksene kaymakta olduğunu idrak edememe ya da hazmedememe yatıyor. Ancak zaman içinde onlar da bu yeni duruma adapte olacak, beklentilerini ona göre ayarlayacaktır. Herkes, başkalarının değil, kendi çıkarlarının ekseninde 360 derece dönen bir Türkiye’ye kendini alıştırmalı.

TSK, ulusal çapta modernleştirici rolü ve global güvenliğe katkıları nedeniyle ABD tarafından önemsenen ve saygı duyulan bir kurum olagelmiştir. NATO bünyesinde bulunması, ordudaki radikal eğilimlerin nispeten yontulmasına vesile olmuştur. Ancak gerek NATO’nun gerek Pentagon’un TSK’nın zihinsel modernizasyonu konusunda çok ciddi bir ekstra gayret sarf ettiği de söylenemez. Hatta Kürt meselesi ve ‘irtica’ gibi belirlediği iç tehditlerle mücadelede kullandığı en hafif ifadesiyle anti-demokratik taktiklerin üstü örtülmüştür. Bugün Ergenekon ve Balyoz gibi davalarla hukuki yollarla üzerine gidilen bazı iddiaların kesinkes ispatlanması halinde, Amerikan devleti de zor durumda kalabilir. Kendi kamuoyu ve diğer uluslararası oyuncular Washington’a ‘Siz bunları bilmiyor muydunuz? Yok biliyorduysanız, engellemek için ne yaptınız?’ diye yüksek sesle sorabilir. Bu nedenle Türk ordusunda maalesef birçok örneği görülen darbecilik, partizanlık, insan hakları ihlalciliği gibi bazı kötü huyların sona ermesi, uzun vadede ABD’nin de çıkarınadır. Söz konusu zararlı alışkanlıklarla mücadele ederken kullanılan hukuki ve siyasi taktiklerin adil ve tutarlı olması da meşruiyeti pekiştirerek sürece olumlu ivme katacaktır.

Sivil otoriteye itaatkâr, demokrat ve insan haklarına saygılı bir ordu hem Türkiye’ye hem de ABD dahil dünyadaki iş ortaklarına daha çok yakışır. Türkiye’nin sivilleşmesi, askerin mutlak sivil kontrolüne ve denetimine girmesi, ordumuzu yıpratmak şöyle dursun, gerek içeride gerek dışarıda gücünü ve itibarını artırır. Zira demokrasiye uşaklık, otokrasiye efendilikten çok daha onur vericidir.

About this publication