Is 2012 the Minor Doomsday for President Obama?

<--

2012, Obama’nın küçük kıyameti mi?

Ne fütüristim, ne kâhin; ama 2012 başkanlık seçimlerinin Obama için çok zorlu geçeceğini söylemek için bunların hiçbiri olmak gerekmiyor. Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir. Belli olduğundandır ki, Başkan Obama’yı devirmek için dişlerini bileyen rakipleri şimdiden kolları sıvamış durumda. Tabii ki Obama da boş durmuyor.

Özellikle son zamanlarda sadece kollarını sıvamış değil, gömleğini bile çıkarmış halde seçim yatırımları yapıyor. Meksika Körfezi’ndeki petrol sızıntısı nedeniyle güney sahillerine seyahat planlarını iptal eden Amerikalılara cesaret vermek amacıyla Florida’nın sıcak sularına girişinin fotolarını basına dağıtması, bence Obama’nın 2012 seçim kampanyasına start verişinin resmidir.

“Ne 2012’si, daha Kasım 2010’daki Kongre ara seçimleri var” diyenler olduğunu duyar gibiyim. Doğru, ama zaten 2012’ye giden yol 2010’dan geçiyor. 435 üyeli Temsilciler Meclisi’nin tamamının, 100 üyeli Senato’nunsa üçte birinin yenileneceği Kongre seçimleri, Obama’nın 2012’deki akıbetini de önemli ölçüde etkileyecek. Çünkü işin ucunda Temsilciler Meclisi’ni, hatta belki Senato’yu bile muhalefetteki Cumhuriyetçilere kaptırıp ‘topal ördek’ olma ihtimali var. Siz Cumhuriyetçi başkan adayı olsaydınız 2012’de bir topal ördekle yarışmayı tercih etmez miydiniz? Ya da Obama olsaydınız, yarışın ortasında bacağınızdan kurşun yememek için elinizden geleni yapmaz mıydınız? Üstelik göstergeler hiç de lehinize değilken. İşte ABD’de yaz sıcaklarına paralel giden volkanik siyasi hareketliliğin altında böyle bir mağma tabakası yatıyor. Obama’ya yönelik başlangıçtaki hüsn-ü zan dalgası, özellikle ekonominin fazla düzelmemesi nedeniyle, yerini artan bir hoşnutsuzluğa bıraktı. Anketler tutarlı şekilde düşüş grafiğine işaret ediyor. Gerçi Amerikan başkanlarının göreve gelişten sonraki ilk iki yılda popülaritelerinin düşmesi istisnai bir durum değil. Ancak bazı tarihi göstergeler Obama açısından kaygı verici. Obama’nın destek oranı halihazırda tehlike sınırı olan yüzde 50’nin altına düşmüş durumda. Ve Gallup’un bir araştırmasına göre, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yapılan yedi ara seçimde, destek oranı yüzde 50’nin altındaki başkanların partisi Temsilciler Meclisi’nde ortalama 36 sandalye kaybetmiş. Şu anda Demokratların 78 sandalye üstünlüğüyle kontrol ettiği Temsilciler Meclisi’nde 40 dolayında bir kayıp, kumandanın karşı cepheye geçmesi için yeterli. Yani eğer hoşnutsuzluk azalmaz ve tarih tekerrür ederse, Temsilciler Meclisi’ndeki tablonun muhalefetteki Cumhuriyetçiler lehine değişme ihtimali yüksek. Herhalde ‘değişim’ sloganıyla yola çıkan Obama’nın en arzulamadığı değişim bu olsa gerek…

“Kim takar Kongre’yi, mühim olan Beyaz Saray’ı elde bulundurmak” da demeyin. Amerikan federalist sistemine göre yürütmenin kontrolünde olmayan Kongre, özellikle iç politikada en etkili karar erki. Türkiye’deki ‘Cumhuriyetçi’ adaşları gibi ‘Hayırda hayır vardır’ diye düşünen ve şimdiye kadar Obama’nın hayırlı hayırsız neredeyse tüm girişimlerine ‘hayır’ mührü vuran Amerikan Cumhuriyetçileri, 2010 Kongre seçimlerini kazanırlarsa ‘hayır’lı işlere şüphesiz çok daha fazla imkân bulacaktır. Bu vesileyle, birçok Cumhuriyetçi’nin ‘hayır’ damgasını sadece Obama’ya değil, Türkiye’ye de vurmaya can attığını not edelim. Geçenlerde konuştuğum bir düşünce kuruluşu uzmanı, muhafazakârların (yani Cumhuriyetçilerin) Türkiye’ye son derece kızgın olduğunu, Kongre’yi ve ardından Beyaz Saray’ı ele geçirmeleri halinde ciddi sıkıntılar çıkarabileceklerini söylüyordu. Cumhuriyetçilerin Obama’ya dış politikada yönelttikleri temel eleştirilerin başında ABD’nin İsrail ve İngiltere gibi geleneksel müttefiklerine fazla sert, İran gibi düşmanlarına ve Rusya gibi hasımlarına ise fazla yumuşak davrandığı iddiaları yer alıyor. Irak Savaşı’na hayır demesi, İran’ın nükleer programı konusundaki hüsn-ü niyeti ve İsrail’le Gazze ihtilafı gibi sebeplerle birçok Cumhuriyetçi, neoconların da gazıyla, Türkiye’yi geleneksel müttefik kategorisinden çıkarıp hasım kategorisine koymuş durumda. Devlet ve sivil toplumdaki makul ve pragmatik unsurlar yeri geldiğinde şüphesiz muhafazakârların aşırı milliyetçi güdülerini dengeleyici hamleler yapacaktır. Ancak Türkiye’nin başının Cumhuriyetçilerin dümende olduğu bir Washington’da daha fazla ağrıyacağı tezine ben de katılıyorum. Cumhuriyetçilerin, özellikle savunma ve İsrail lobisinin tesiriyle, Türkiye’yi daha ziyade laikçi militarist statükocular penceresinden okuduğunu da hatırlatırım.

Sözün özü, önümüzde sadece Obama’nın değil, ABD’nin de kaderini ve gidişatını değiştirecek, dünyaya ve Türkiye’ye de önemli yansımaları olacak bir siyasi kampanya süreci var. Her ne kadar şimdiye kadar dengeli davranmış olsa da, Obama’nın halka şirin görünmek ve muhalefetin ‘zayıf’ ithamları altında kalmamak için daha popülist ve sert bir dış politikaya yönelme ihtimali artıyor. Ekonomi, sağlık gibi alanlarda muhalefetin takozları ve tevarüs ettiği köklü sistemik sorunların da etkisiyle fazla hissedilir ilerlemeler kaydedemeyen Obama yönetimi, Kongre engeline çok takılmadan hareket edebildiği dış politikada yeni atraksiyonlar deneyebilir. Bu bağlamda, İran meselesinin Washington için sadece ulusal güvenlik değil, aynı zamanda iç siyaset açısından ne kadar önem taşıdığı görülüyor. Ankara’nın İran’da yer yer ABD’nin nasırlı ayağına basmasının hem Beyaz Saray hem de Kongre çevrelerinin canını neden çok acıttığı da daha iyi anlaşılıyor. Hasılı, önümüzdeki dönemde gerek Amerika’da gerekse Türkiye’de iyice kızışacak siyasi kampanyalar, yeni ikili gerginliklere zemin hazırlama potansiyeli taşıyor. Aman dikkat!..

About this publication