Palestinian-Israeli Talks Is What Turkey Desires Too

<--

Hafta sonu Fransız AFP ajansının bir üst düzey El-Fetih üyesine dayandırdığı haberinde Filistin Otoritesi’nin, Avrupa Birliği Dışişleri Bakanı konumundaki Catherine Ashton’un İsrail’le direkt barış görüşmelerine başlanması yönündeki çağrısına müspet cevap verebileceği ima edildi.

Habere göre Ashton’un taraflarla yaptığı görüşmeler meyvesini vermeye başlamış ve İsrail ve Filistin tarafları ağustos ayı içinde doğrudan görüşmeleri başlatma yönünde irade beyanında bulunmuşlar. Ancak bu beyanın resmi açıklaması, içinde bulunduğumuz hafta içinde yapılacakmış. Bu Türkiye için, bölgede kalıcı barış isteyen herkes için güzel bir haber.

Ancak haber gerçekten doğru mu? Öncelikle gerçekten böylesi bir görüşmede taraf olabilecek bir Filistin Otoritesi var mı? Filistin Otoritesi denilen şey Gazze’yi de kapsayan bir otorite alanına karşılık gelebilecek mi? Abbas, önümüzdeki hafta doğrudan görüşmelere razı olduğunu ilan ederse ve bu doğrudan görüşmeler öngörüldüğü üzere 24 ay içinde 1967 Savaşı öncesindeki sınırlarda bir Filistin Devleti’nin bağımsızlığı ile sonuçlanırsa alınacak kararların bir kısmı da Gazze Şeridi ile alakalı olmayacak mı?

Catherine Ashton’un Ortadoğu’da kalıcı barışın temini ve Ortadoğu Dörtlüsü’nün gayretlerinin bir netice verebilmesi için uğraşması takdire şayan bir gayret. Ama gayretin öncelikli olarak Hamas’ın öyle veya böyle barış masasına iliştirilmesine yönelmesi gerekmez miydi? Kendi iç barışını sağlayamamış bir Filistin, İsrail’le nasıl barış yapacak? İsrail, sivillerin ve militanların kesin silahsızlandırılmasını istediğinde, Abbas, olur diyebilecek mi? Dese bile ertesi gün Hamas’ın elindeki silahları nasıl alacak?

Dahası İsrail, Abbas’ın görüşmelerin başlaması için asgari ön şart olarak gördüğü yerleşimcilik faaliyetlerinin durdurulması kaydını bile yerine getirmiş değil. Getirmesi de mümkün değil. Bütün siyasi dinamizmini Doğu Kudüs’te yapılanma ve Batı Şeria’da yayılma faaliyetlerinin üzerine bina etmiş olan İsrail rejiminin yerleşimcilik faaliyetlerinden vazgeçmesi düşünülemez. İsrail, toprağın ırkının olduğuna inanan bir kurucu ideoloji tarafından var edilmiş bir ülke. Toprak, gerektiğinde bağrında yatan “gayr-i Musevi” cesetler başka yerlere taşınmak suretiyle, gerektiğinde üzerine İsrail evleri, binaları, parkları inşa edilmek suretiyle ırkî anlamda arındırılıyor. Böyle bir yaklaşımı olanlarla El-Fetih ne konuşacak?

İlginç olan Ashton’un liderliğini yürüttüğü bu süreç hakkında ABD’nin henüz net bir tavır ortaya koymamış olması. ABD, görüşmelere evet veya hayır diyecek bir taraf değil. O, İsrail’e gerekli baskıyı yapıp yapmayacağına karar verecek olan taraf. Amerikan Başkanı, kendi ülkesindeki bir özel araziye İslami referansları olan bir bina yaptırılmasına destek verdiğini açıkladığında, Yahudi lobisi tarafından taşa tutuluyor. Manhattan’daki yapılaşma konusunda bile Yahudi lobisiyle başa çıkamayan Amerikan Başkanı, Doğu Kudüs ve Batı Şeria’daki İsrail yapılaşmasına müdahale edecek de evde başı derde girmeyecek, öyle mi?

Doğrudan görüşmelerin önündeki engeller çok ve aşılmaları da zor. Ama bu yöndeki bir irade beyanı bile Türkiye’den samimi destek görecektir. Bu, Türkiye’nin kendisinin arabulucu olmadığı barış süreçlerinden hazzetmediğini zanneden “mediation-mania” yazarlarına da gerekli cevabı verecek bir tavırdır.

About this publication