Son zamanlarda zihnimizi meşgul eden bazı can alıcı sorular bu hafta sonu en nihayet cevabını buldu. Referandumdan evet mi çıkacak, hayır mı? Türkiye, dünya basketbol şampiyonu olabilecek mi?
Floridalı papaz Kur’an yakacak mı? 11 Eylül saldırılarının dokuzuncu yıldönümü kanlı mı geçecek, kansız mı? Belki bunlar kadar heyecanlı olmayabilir; ama son birkaç aydır Washington’da yönetimi meşgul eden şu soruya ise henüz cevap bulunabilmiş değil: Türk yoğurdunu sarımsaklasak da mı saklasak, sarımsaklamasak da mı saklasak?..
Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır. Obama yönetimi de, ikinci yılını doldururken, Türk yoğurdunu nasıl yemek gerektiğini tartışıyor. Washington’da Türkiye politikasına ilişkin yeni bir yol haritası çizme gayretleri var. Bu amaçla yönetim içinden ve dışından uzmanlarla Türkiye’nin iç ve dış politikasına ilişkin hummalı istişareler yapılıyor. Bunlardan biri geçen ay bizzat Dışişleri Bakanı Hillary Clinton başkanlığında yapılmıştı. Benzer toplantılar farklı kurumlarda gerçekleştirilmeye devam ediyor. Hem Amerika’dan hem Türkiye’den uzman görüşlerine başvuruluyor. Açık ve istihbari kaynaklardan süzülen bilgiler, birimler arasındaki istişarelerle son bir analize tabi tutularak özetlenmiş bir strateji dokümanı halinde Obama’nın masasına konulacak. Ve Obama da altına imzasını atarsa, o doküman ABD’nin önümüzdeki dönemdeki Türkiye politikasına kılavuzluk edecek.
Amerikan sisteminde bu tür devlet içi istişare süreçlerinde işin yönetim kademelerindeki önde gelen uzmanların görüşleri büyük önem kazanır. Obama yönetiminde Türkiye konusunda bu rolü en çok oynayan kişi şüphesiz Dışişleri Bakan Yardımcısı Philip Gordon. Dr. Gordon, beyin yapıcı etkisi kıdeminden öteye geçen bir isim. Seçim kampanyasında Obama’ya dış politika danışmanlığı yaptığından bizzat Başkan tarafından tanınıyor ve saygı duyuluyor. Konumu gereği Bakan Clinton’ın da yakın çalışma ekibinde. O nedenle Washington’da refleksleri dikkatle takip edilip, varsa kaygıları giderilmesi gereken kişilerin başında geliyor. Bu bağlamda, Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu’nun son Washington ziyaretinde resmi görüşmelerine ilaveten Gordon’la özel bir akşam yemeği de yemesi tesadüf değildi. Washington diplomasi ve basın camiasında çoklarının irtibata geçmekte zorluk çektiği, sessiz ve derinden çalışan Gordon’u yakın markajda tutmak elzem. Hele Obama yönetiminin Türkiye siyasetini yeniden belirlediği şu günlerde…
Obama yönetiminde çokları Ermenistan’la ilişkileri normalleştiremediği, İsrail’le anormalleştirdiği ve İran’la anormal derecede yakınlaştığı gibi gerekçelerle Ankara’ya en hafif ifadesiyle kırgın. Türkiye’nin Ortadoğu’da ABD’den ve Suudi Arabistan ile Mısır gibi bazı Arap müttefiklerinden rol çalmaya çalıştığı izlenimi yaygın. Çarpışan iki temel görüş var. Birincisi, Ankara’yla ilişkilerin stratejik kapsamını ve profilini düşürerek daraltılmış alanlarda parçabaşı mantıkla al-verler yapmak. Diğeri ise Türkiye kilit bir ülke olduğundan hükümetle yapıcı ve kapsamlı angajmanı sürdürmek. Gerçi son sözü Obama söyleyecek; ama birinci şık yönündeki telkinler daha fazla olursa şaşırmam. Bu tür telkinler, Erdoğan hükümetine çok kızgın olan İsrail lobisinin ve büyük ölçüde onların tesirindeki Amerikan Kongresi’nin tutumuyla da örtüşüyor.
Her iki seçenekte de ABD’nin Türkiye’yi doğrudan karşıya alması ve rencide etmesi söz konusu değil. Washington’un jeopolitik gerçeklerden dolayı böyle bir lüksü bulunmuyor. Ama ne Ankara’dan ne Türkiye halkından umduğu ilgiyi gören ABD’nin giderek daha küskün bir müttefik haline geldiği de inkar edilemez. Washington’daki oryantalist ve hatta yer yer İslamofobik eğilimler, Türkiye’nin içinde laik güçlerin kan kaybettiği, muhafazakârlığa doğru eksen kayması olduğu, bunun Batı’yla ilişkilerinde de eksen kaymasına yol açtığı değerlendirmelerini fişekliyor. Bu tür şüpheler o denli derin ki, normalde militarist düzenin surlarında bir gedik açarak Türkiye’yi Batı kulübüne daha uyumlu hale getirecek anayasa değişikliği gayretlerinin bile buralarda fazla heyecan uyandırdığı söylenemez. “Türkiye daha Kemalist olsun ve bizim olsun” özlemi duyanlar hiç de az değil. Bu çizginin temsilcileri, mesela bazı neoconlar, Obama yönetiminden şaşırtıcı derecede itibar görebiliyor ve en yüksek mahfillerde görüşlerine başvurulabiliyor. Söz konusu çevreler, ABD’nin Türkiye’de sivil ve siyasi muhalefetle bağlarını artırması, Erdoğan hükümetinin zayıflatılarak demokrasi içi alternatifler çıkarılması görüşünü savunuyor. (Şükür ki onlar bile askeri darbelerden artık ümidini kesti.)
Şu kritik karar arefesinde Amerikan yönetimine temel tavsiyem, artık hayallerindeki eski Türkiye’yle değil gerçek Türkiye’yle iştigal etmeleri. Ve bunu zamana yayarak, sabır içinde yapmalarıdır. Öfkeyle kalkan, zararla oturur. Türkiye’yi dışlamak, başka eksenlere iter. Aksine, daha fazla angajman, kamu diplomasisi ve akıllı desteklerle uzun vadede Ankara’nın ve Türkiye halkının sempatisini perçinleme planları yapmalılar. Mesela PKK’ya karşı daha görünür ve somut Amerikan desteğinin Türkiye’de ABD’ye yönelik olumsuz havayı büyük ölçüde değiştireceğini görmeliler.
Ankara da benzer şekilde makul ve gerçekçi davranmalı, Amerikan psikolojisini daha iyi anlamaya çalışmalı, ikili ilişkilerdeki algılanan ya da fiili sorunların nedenlerini iyi tespit edip kapsamlı tamir yolları düşünmelidir. Washington’ın en hassas olduğu bazı konularda mesela İran ve İsrail’le ilişkilerinde hareketlerine çok dikkat etmelidir. Amerikalıların Türkiye’yi daha iyi anlamasına yardımcı olmalıdır.
Leave a Reply
You must be logged in to post a comment.