For Whom Is the Cauldron Boiling?

<--

Washington’da bugün başlayacak geleneksel Türk Amerikan Konseyi (ATC) yıllık toplantılarında konuşacak -Savunma Bakanı Robert Gates dahil- Amerikalı yetkililerin Ankara’yı, özellikle Türkiye kamuoyunu incitecek bir şey söylememeye azami özen göstereceğine şüphem yok.

Aynı durum, toplantı vesilesiyle ABD başkentine gelen Erdoğan kabinesinin önde gelen isimleri için de geçerli.

Resmî ağızlar, her yıl olduğu gibi, iki ülke arasındaki ittifak ilişkisinin önemini vurgulayacak, birbirlerine bolca çiçek atacaklardır. ATC toplantısının, Ermeni ‘soykırım’ tasarısının Amerikan Temsilciler Meclisi Dışişleri Komitesi’nden mart ayında geçmesine Ankara’nın sert tepkileri sonucu sonbahara ertelendiği gerçeği bile fazla nazara verilmeyecektir. Ancak gösterilen diplomatik nezaket, Türk-Amerikan ilişkilerinde kazanların kaynadığı, buhar basıncının azalmak şöyle dursun, arttığı gerçeğini ortadan kaldırmayacaktır.

TÜRKİYE’NİN PAZARLIK GÜCÜ ARTIYOR

Sırf son birkaç haftanın gelişmelerine şöyle bir bakalım: Washington, 9 Türk’ün İsrail güçlerince öldürüldüğü Mavi Marmara baskınına ilişkin BM İnsan Hakları Konseyi raporuna ‘hayır’ oyu vererek, Ankara’yı derin hayal kırıklığına uğrattı. Planlama eminim çok daha önceden yapılmıştır ama, ABD’nin stratejik hasmı Çin’e ait askerî uçaklar 20 Eylül-4 Ekim tarihleri arasında Konya’da yapılan Anadolu Kartalı askerî tatbikatına katıldı. Tatbikatın eski gediklileri ABD ve İsrail ise ortalarda yoktu. Üstelik Çin uçakları, ABD’nin bir başka hasmı İran’dan bedava yakıt ikmali yaparak Türkiye semalarına ulaşmıştı. Son günlerde ise ABD tarafından İran’a karşı bir güvenlik şemsiyesi olarak dizayn edilen Amerikan füze savunma sisteminin radarlarını NATO çerçevesinde Türkiye’ye yerleştirmeye ilişkin müzakerelerin iyice kızıştığı anlaşılıyor.

14 Ekim’deki NATO toplantısı vesilesiyle gittiği Brüksel’de konuşan Savunma Bakanı Gates, Türkiye’ye bu konuda baskı yapmadıklarını, bir müttefik olarak müzakere ettiklerini söyledi. Ama Ankara’nın radarlara evet demesi için Amerikalıların uzun zamandır bastırdığı inkâr edilemez. Türkiye bu girişime, yeni bölgesel iş ortakları Rusya’nın ve özellikle de İran’ın tehdit olarak algılayacağı kaygısıyla, baştan beri mesafeli duruyordu. İran’ın resmen tehdit ilan edilmemesi, sistem kurulacaksa Türkiye’nin de tamamını koruması, her şeyin mutlaka NATO çerçevesinde yapılması yönünde bastırıyordu. Amerikalılar ise İran’ı göstere göstere zikretmekten imtina etmiyor. Yani Türkiye ‘ya İran ya Batı’ şeklinde açık bir tercihe zorlanıyor. Dananın kuyruğu NATO’nun kasımdaki Lizbon zirvesinde kopacak. Ankara için oldukça müşkül bir durum söz konusu.

Soğuk Savaş döneminde savunma konularında çok daha öngörülebilir olan Türkiye, bugün transatlantik ittifakının en çetin cevizlerinden biri haline geldi. NATO kararlarının ancak tüm üyelerin onayı ile alınabiliyor olması, artan şekilde ulusal çıkarlarını ön plana çıkaran Ankara’nın pazarlık kabiliyetini artırıyor. Üstelik ülkedeki demokratik ve ekonomik gelişmeler nedeniyle başta ABD olmak üzere Batı’yla ulusal güvenlik ihtilaflarının artık teknokrat düzeyinde halledilme lüksü de bulunmuyor. Siyasi iradeyi ve her alanda ağırlığı artan kamuoyunu ikna şart. Yeni Türkiye olgusuna hâlâ yeterli zihniyet adaptasyonu yapamayan Washington’da bütün bunların ne büyük sıkıntılara ve kafa karışıklığına yol açtığını tahmin edersiniz.

Eskiden Türkiye’yi komünizme karşı ön cephe ülkelerinden gören ABD, şimdi de açıktan bu terminolojiyi kullanmasa da genel manada ‘radikal İslam’la mücadelesinde ön saflara yerleştirmek istiyor. Pentagon üst düzey yetkilisi Jim Townsend, geçen hafta Türkiye’ye füze savunma sistemi yerleştirilmesi konusunda beyanat verirken, Soğuk Savaş tarzı bir terminoloji kullandı. Türkiye’nin ‘coğrafî konumu’nun önemine işaret eden Townsend, “Balistik füze tehditlerinin nereden gelebileceğine baktığımızda, Türkiye bize bayağı ön cephelerdeymiş gibi geliyor.” dedi. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun şu beyanatı, Amerikan yönetiminin zihniyetini yansıtan bu sözlere verilmiş cevap olarak değerlendirilebilir: “Biz Soğuk Savaş şartlarını doğrudan ya da dolaylı şekilde ortaya çıkaracak bir uluslararası konjonktürün doğmasını istemiyoruz. NATO’nun da bu yeni uluslararası konjonktürde, kanat ve merkez ülkeler gibi ayrılmasını ve Türkiye’nin Soğuk Savaş’ta olduğu gibi sanki bir kanat veya cephe ülkesi gibi algılanmasını doğru görmeyiz.”

BATI ile TÜRKİYE BİRBİRİNDEN AYRILAMAZ

İran gibi rejimi en sorunlu İslam ülkeleriyle dahi angajman yoluyla barışçıllaştırma (pacification) ve yakın bölgesini istikrarlılaştırma (stabilization) siyaseti güden, Rusya’ya yakınlaşan, Çin’e göz kırpan Ankara, Washington’da artık Batı’dan farklılığını giderek taktiksel seviyeden stratejik boyuta taşıyan bir ülke konumunda algılanıyor. Hayati güvenlik konularında mütemadi taktiksel farklılıklar, ABD ve Avrupa ile ilişkilerin stratejik zeminini zayıflatabilir. Türkiye’yi AB’ye tam üye değil ‘ayrıcalıklı ortak’ yapalım diyenlere ‘NATO’dan da çıksınlar, ayrıcalıklı ortak olsunlar’ çağrıları eklenebilir. Haddizatında Amerika’da bazı sağcı ve İsrail yanlısı çevreler, bunu seslendiriyor bile.

Türkiye’nin NATO’dan çıkmasını ne Ankara ne de Batı kaldırabilir. Öte yandan tüm göstergeler, ABD ve diğer Batı ülkeleriyle ittifakın ağız tadının giderek kaçtığını da gösteriyor. Füze kalkanı müzakereleri, tarafların karşılıklı kaygılarına verdikleri ehemmiyet derecesini test edecek. Ümidim (ve tahminim), bir şekilde orta yol bulunarak, belki anlaşmazlık konuları zamana yayılarak, birlikte yola devam edileceği yönünde. Çünkü ABD liderliğindeki Batı ile Türkiye’nin birbirini kaybetme lüksü yok.

About this publication