As the U.S. Cleanses Its Gallstones

<--

ABD böbrek taşlarını düşürürken

Türkiye’de görev yapan Amerikan diplomatların ve Washington’daki yetkili makamların gizli yazışmalarının Wikileaks’le gün yüzüne çıkması Türk-Amerikan ilişkilerinde neyi değiştirecek?

İki ülke arasındaki işbirliğini ya da anlaşmazlıkları nasıl etkileyecek? Eminim hem Ankara hem de Washington’da bu işlere kafa yoran herkes aynı sorulara cevap arıyor. Dilerseniz biz de bir fikir jimnastiği yapalım.

Her şeyden evvel, Wikileaks olayına tipik komplocu mantıkla yaklaşan, sızdırmaların arkasında bizzat ABD ya da İsrail’in olduğunu iddia edenlere gülüp geçtiğimi belirtmeliyim. Amerikan diplomasi camiasının kalabalık içinde ansızın don gömlek bırakılmışçasına nasıl utanç içinde kaldığını gözlerimle gördüm. Tüm komplocuları, Abdülhamit Bilici’nin 4 Aralık’ta Zaman’da çıkan harika yazısına havale ediyorum. Düşünün bir kere, o kriptolarda aldıkları talimatlar doğrultusunda sansürsüzce kanaatlerini izhar eden diplomatlar bir daha Türkiye ile ilgili görevlere kolay kolay gelebilir mi? Türkiye’deki resmi muhataplarının ve kamuoyunun yüzüne nasıl bakabilir? ABD, yatırım yaptığı bir grup Türkiye uzmanı diplomatı kaybetmenin ızdırabını yaşıyor. Bence sadece ABD değil, Türkiye için de bir kayıp bu. Çünkü onların yerini Türkiye konularında daha tecrübesiz diplomatlar dolduracaktır. Diğer yandan, oldukça önyargılı ve hatta kifayetsiz görünüm arz eden bir kısım diplomatın bu vesileyle devre dışı kalması hayırlı olabilir.

Wikileaks olayı, diplomatların da günahlarıyla sevaplarıyla birer insan olduğunu ortaya koydu. Her insan gibi onların da nev-i şahsına münhasır bir düşünce yapısı, anlama kabiliyeti, ifade üslubu var. Onlar da etraflarındaki olayların ve diğer insanların tesiri altında kalabiliyor. Kendi insani, kültürel, ulusal, ideolojik, dini ve mesleki önyargılarını analizlerine yansıtabiliyor. Haber ile yorumu birbirine karıştırabiliyor. Memuriyet refleksleri içinde, amirleri olan büyükelçinin çizgisi doğrultusunda ürün verebiliyor.

Bu bağlamda, büyükelçi seçiminin ne derece kritik olduğu Wikileaks sayesinde bir kez daha anlaşıldı. Mesela AK Parti hükümetine ideolojik faktörlerin de etkisiyle sıcak bakmadığı bilinen Büyükelçi Eric Edelman’dan ve emrindeki ekipten çok objektif analizler beklemek zaten anlamsız olurdu. Ross Wilson ve James Jeffrey döneminde ise nispeten daha analitik ve nitelikli yorumlar yapıldığını görüyoruz.

Amerikan kriptolarında hükümete, muhalefete, genel olarak Türk siyasi ve toplumsal kültürüne yönelik derin kuşkuculuk, hatta yer yer saygısızlık emareleri, Türk-Amerikan ilişkilerini görünür gelecekte yakından etkileyecektir. ABD’nin Türkiye’de zaten bozuk olan imajını daha da kötüleştirecektir. Washington, vaziyeti kurtarmak için, diplomatların görüşlerinin siyasi mercileri bağlamadığını söylüyor. Ankara da fazla bozuntuya vermeden buna inanmış gibi davranıyor. Ancak yazılanları not etmekten geri durmuyor. İşte bu nedenle Amerikalı muhatapları son Washington ziyaretinde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na oldukça mahcup ve apolojetik bir tutum sergiledi. Başkan Obama da Başbakan Erdoğan’ı arayıp bizzat özür dilerse şaşırmam.

İşin gerçeği, kriptolarda görülen Amerikan düşünceleri, bizim gibi Washington’da uzun süredir nabız tutan birçok kimseyi pek şaşırtmadı. Kanaatlerin haklılığı ya da haksızlığı tartışması bir kenara bırakılacak olursa, bunlar bizim de doğrudan ya da dolaylı şekilde öteden beri duyduğumuz, en azından hissettiğimiz şeylerdi. Amerikan diplomatların daha çok ‘Beyaz Türkler’le muhatap olduğunu, onların orantısız tesirinde kaldığını da hep yazıp çizdik. Washington’un bu soruna ciddi neşter atması gerekiyor.

Ankara, üst siyasi seviyelerde kendilerine genelde nazik davranılması, yüzlerine fazla eleştiri yapılmaması nedeniyle Amerikan tarafının Türkiye’nin son dönem dış politikasından -ve kısmen iç gidişatından- rahatsızlığının boyutlarını iyi okuyamadı. Kazanın sadece altlarda kaynadığı, sorunun muayyen kişilerden kaynaklandığı düşünüldü. O kişilerin de siyasi tayinle ilgili makamlara geldiği, son tahlilde ‘sahibinin sesi’ olduğu, ama ‘kötü polis’i oynamak durumunda kaldığı gerçeği biraz göz ardı edildi. Bu bağlamda, Wikileaks belgelerinde yazılanları sadece bir grup diplomatın görüşüymüş gibi değerlendirmek, yanlış olur. Bana göre aynanın Washington’a bakan yüzü de pek farklı sayılmaz.

Amerikalıların mutsuz olması, illa sadece Türkiye’nin bir şeyleri yanlış yaptığı ve düzeltmesi gerektiği manasına gelmiyor. Özellikle Ortadoğu’da Amerikan politikalarının onlarca yıldır çözümden ziyade sorun ürettiği aşikâr. Türkiye, ulusal çıkarlar saikiyle, bazı yanlış Amerikan politikalarının parçası olmak istemiyor. Ve dostu ABD’yi uyarmak istiyor. Washington’a yeri geldiğinde ‘hayır’ deme gücünü ve kabiliyetini de artık kendinde görüyor. Diğer yandan, Türkiye, ABD’yi ve en önemli müttefiklerinden İsrail’i karşısına alarak bölgesinde ve dünyada ulusal çıkarlarını verimli şekilde ilerletemez. İşte bu noktada Türk dış politikasına da bazı ince ayarlar gerekiyor. Bence hükümet artık bunu daha iyi görüyor. Washington ve Tel Aviv’le ilişkileri düzeltmeyi ve makul bir noktaya getirmeyi önemsiyor.

Sonuçta, Wikileaks olayından hem Ankara hem de Washington’un gerekli dersleri çıkaracağını umuyorum. Karşılıklı önyargılardan mümkün mertebe arındırılmış bir resmi ilişki düzeni kurmak, diyaloğun verimini artırmak, özellikle birbirini daha iyi dinlemeyi öğrenmek gerekiyor. Soğuk Savaş sonrasında dünyada hâlâ taşlar yerine oturmazken, ABD böbrek taşlarını düşürmenin sancılarını çekiyor. Türkiye ise dünyada kendine yeni bir yer arıyor. Karşılıklı sabır ve olgunluk lazım.

About this publication