The Risk of a Middle East War in 2011

<--

2011 ve Ortadoğu’da savaş riski (1)

WASHINGTON

Geçtiğimiz yıl içinde Obama yönetiminin dış politika alanında en başarısız olduğu konuların başında herhalde Filistin meselesi geliyor. 2009’da yerinde sayan Ortadoğu barış süreci, geçen yıl Obama’nın şahsi çabalaması sayesinde tekrar başlatıldı. Mısır, Ürdün ve İsrail liderleriyle beraber Filistin Yönetimi’ni temsilen Mahmud Abbas Washington’a davet edildi. Filistin’de Hamas’ın temsil edilmemesi, İsrail’deyse koalisyon ortağı Dışişleri Bakanı Lieberman’ın görüşmelere katılmıyor oluşu zaten bu süreçten pek bir çözüm çıkmayacağının ilk belirtileriydi. Nitekim iki üç görüşmeden sonra ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un bütün çabalarına rağmen süreç durdu. Temel sorun yerleşim merkezleri konusunda çıktı. Obama’nın, Netanyahu yönetimine verdiği bütün tavizlere ve önerilen cömert askeri yardım paketine rağmen, Tel Aviv, bir türlü Filistin toprakları üzerinde kurmaya devam ettiği yerleşim merkezlerinden vazgeçmedi. 90 günlük bir moratoryum bile mümkün olmadı. Sonuçta Obama ve ABD bütün dünyanın gözü önünde, İsrail’e sözünü geçiremeyen bir süper güç olarak komik ve zayıf duruma düştü.

2011’de Obama’nın Filistin meselesine ne kadar vakit ayıracağını şimdiden kestirmek zor. Zira ortada Filistin konusuna oranla daha büyük aciliyet gösteren bir İran-Suriye- Hizbullah-İsrail sorunlar yumağı var. Geçtiğimiz yıl boyunca dünya basını daha çok İran nükleer dosyası ve Arap-İsrail meselesine odaklandığı için bölgedeki dengeleri değiştiren çok önemli bir gelişme gözden kaçırıldı. Bu gelişme İran ve Suriye’nin, Lübnan sınırı üzerinden Hizbullah’a büyük oranda füze transferleri gerçekleştirmesiydi. The Economist dergisinin bu haftaki sayısında, İran ve Suriye’nin Hizbullah’a 2006’da yaşanan son savaştan bu yana 50 bin kadar menzil alanı ve vurucu gücü yüksek füze (muhtemelen Skud füzeleri ) tedarik ettiğini belirtiyor.

Bu füze transferi konusu dünya basınında çok tartışılmıyor. Oysa bölgedeki ve Amerika’daki istihbarat örgütleri bu yeni gelişmenin farkındalar ve alarm zilleri çalıyorlar. Bu füzeler sayesinde Hizbullah, İsrail ile yeni bir savaş yaşandığı takdirde, İsrail’in bütün şehirlerine ulaşacak bir vurucu güce sahip. Böylece 2006 savaşından çok daha kanlı, muhtemelen her iki tarafta da binlerce kişinin öleceği bir “rövanş” yaşanabilir. Gene The Economist dergisinin belirttiğine göre böylesine kanlı bir Hizbullah-İsrail “rövanşı” kitlesel ölümlere sebep olunca, savaşın kapsadığı cephe kaçınılmaz olarak genişleyecek. Suriye ve muhtemelen Suriyeİsrail çatışması sonrasında İran’ın da devreye gireceği bir İran-İsrail savaşı çıkabilir. Bir yanda Hizbullah gibi kontrolü zor bir aktörün eline Skud füzelerinin geçmesi, öte yandaysa İsrail gibi savaş doktrini orantısız misilleme ve caydırıcılık üzerine kurulu bir gücün karşı karşıya gelmesi sonucunda, bu sefer 2006’dan çok daha kanlı ve Ortadoğu genelini kapsayacak bir savaşa doğru adım adım yaklaşıyoruz.

Peki, böyle bir savaş riski karşısında ABD ne yapmalı? Ortadoğu’da bütün sorunlar birbirine bağlı. İran’ın nükleer programı, Suriye, Lübnan, Hizbullah, Hamas ve İsrail-Filistin meselesi birbirinden bağlantısız sorunlar değil. Dolayısıyla sadece İsrail-Filistin meselesini masaya yatırmak ve Ortadoğu barış sürecini Mahmud Abbas ve Netanyahu’ya endekslemek bir çözüm getirmeyecek. Bölgedeki dinamikler gittikçe daha geniş katılımlı bir uluslararası konferansı gerektiriyor.

1991’de Birinci Körfez savaşından sonra Madrid’de yapılan Ortadoğu Konferansı’na benzer bir platformda bütün meselelerin ve aktörlerin temsil edildiği bir konferansa ihtiyaç var. Suriye ve İran’ın içinde olmadığı bir Ortadoğu barış süreci olamaz. Her ne kadar ABD 1991’e oranla prestijinden çok şey kaybetmiş olsa da, böylesine geniş katılımlı bir uluslararası konferans ancak ve ancak Obama liderliğinde toplanabilir. İsrail ile halen kriz yönetimi yürüten bir Türkiye nasıl bir rol oynayabilir? Haftaya bu konuyu ele alacağız.

About this publication