The Most Profound Foreign Policy Test for President Obama

<--

Obama’nın en büyük dış politika testi

“Batılı ülkelerin altmış yıl, Ortadoğu’da özgürlük eksikliğini mazur görmesi ve çanak tutması bizi emniyette kılma adına hiçbir fayda sağlamadı. Çünkü uzun vadede istikrar, özgürlük harcanarak satın alınamaz. Ortadoğu, özgürlüğün dallanıp budaklanmadığı bir yer olarak kaldığı sürece yerinde sayma, kızgınlık ve ihraca hazır şiddet mekanı olmaya devam edecektir. Ve ülkemize ve dostlarımıza felaket gibi zarar getirebilecek silahların yayılması göz önünde bulundurulduğunda, statükoyu kabullenmek sorumsuzluk olur.”

Bu tarihî özeleştiri, Irak işgalinin ardından 6 Kasım 2003’te dönemin ABD Başkanı George W. Bush tarafından yapılmıştı. Bush yönetiminin ‘Ortadoğu’da Özgürlüğü İlerletme Stratejisi’ ve ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ gibi isimlerle andığı politikanın temelinde anti-demokratik statükoya meydan okunması yatıyordu.

Başkan Bush, bölgedeki katı rejimleri dönüştürme vaadini içeren yeni Ortadoğu stratejisini sekiz senelik iktidarının son birkaç yılına kadar sürdürdü. O dönemde Washington’un Mısır’daki baskıcı Mübarek rejimiyle arası bozuldu. Hatta muhalif lider Eymen Nur’un tutuklanmasının ardından Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice Mısır’a planlanan bir ziyareti iptal etmiş, 1,5 milyar dolar dolayındaki yıllık yardımın 200 milyonluk kısmını askıya almıştı. Ancak Hamas’ın 2006’da Filistin seçimlerini kazanması, Washington’un Ortadoğu’da geleneksel statükoculuğuna dönmesine yol açtı. Sandıktan ‘İslamcılar’ın ve ‘şiddet yanlılarının’ çıkacağı tezleri baskın çıkmıştı.

abd, mısır’da ikircikli bir tavır sergiliyor

Başkan Barack Obama, Bush’tan devraldığı statükocu politikayı devam ettirdi. Böylelikle bölgedeki Batı ve Amerikan yanlısı baskıcı rejimler, rahat bir nefes aldı. Obama’nın Kahire ve Ankara konuşmalarındaki gibi hiçbir rejimi doğrudan hedef göstermeksizin vazettiği genel demokrasi ve özgürlük kriterleri, Washington’un ikili ilişkiler gündeminin en alt sıralarına itildi. Bu yöndeki açıktan mesajların azalması şöyle dursun, kapalı kapılar ardında bile baskıcı rejimlere yeterince caydırıcı şeyler söylenmedi. Arap-İsrail barış sürecinde genelde ABD’nin hoşuna giden bir rol oynayan Mübarek rejimi, Washington’dan karşılığında yılda 1,5 milyar dolar yardım ve uluslararası meşruiyet almaya devam etti. Kahire’nin ‘Bizi desteklemezseniz, İslamcılar ve El Kaide güçlenir, İsrail’in de altı oyulur’ savı Washington ulusal güvenlik camiasında günü kurtarmak isteyen çoklarına cazip geliyordu.

Tunus’la başlayıp Mısır ve Yemen’e sıçrayan rejim karşıtı özgürlükçü protestolar, Obama yönetimini oldukça zor duruma düşürdü. Her şeyden evvel, böylesine büyük bir reaksiyon beklemiyorlardı. İlk zamanlarda ne diyeceklerini, nasıl davranacaklarını tam bilemediler. Tam Tunus’ta vaziyet biraz kurtarılmaya başlanmıştı ki, Mısır vakası patlak verdi. Başlangıçta ABD’nin Mısır rejimini koruma kollama refleksi, özgürlüğü teşvik boyutunun önüne geçti. Başkan Yardımcısı Joe Biden, Mübarek’in ‘diktatör’ olmadığını söylerken, Dışişleri Bakanı Hillary Clinton rejimin ‘istikrarına’ vurgu yaparak sadık müttefikine göz kırpıyordu. Halkın geçici bir öfkeyle hareket etmediği ve isyanın geniş kesimlere yayılmaya başladığı görülünce, Washington yavaş yavaş çark etmeye başladı. Mübarek rejimine açıktan eleştiri ve reform yönünde baskının dozajı biraz arttı. Ancak Obama, cuma günü yaptığı konuşmada seçim çağrısında bulunmayarak, Kahire’ye manevra alanı bırakmayı yine ihmal etmedi.

Obama yönetiminin Mısır krizinde gösterdiği ikircikli tavır, demokratik prensiplere dayalı tutarlı bir siyasetten ziyade, rüzgârın esiş yönüne göre hareket ettiklerini gösteriyor. Mübarek’e fazla destek verirlerse, ama neticede rejim kaybederse, Ortadoğu halklarını büsbütün karşılarına almaktan korkuyorlar. Ayaklanmayı fazla desteklerlerse, Mübarek rejiminin galip gelmesi durumunda Kahire’yle çalışmanın çok zorlaşacağından endişeliler. Bu tür karmaşık duygulardan dolayı, kesin ve keskin bir tercih yapamıyorlar. Düşünce kuruluşu AEI’den Michael Rubin’in Associated Press’e söylediği gibi: “Hora geçeceği zaman, rejimin ya da protestocuların yanında yer almıyoruz. Böyle çok temkinli ve şüpheci davranınca da, neticede hiçbir tarafta kalpleri ve zihinleri kazanamıyoruz.”

obama yönetimi zor bir karar aşamasında

Irak savaşı sürecinde neo-conlara kızmış olabiliriz. Ancak Ortadoğu’da son yaşananlarla ilişkin en doğru tespitlerin bir kısmı onlardan südur ediyor. Mesela AEI’den Danielle Pletka, Washington Post’a verdiği beyanatta, “Kimileri özgürlükçü gündemin İslamcılara kapı açtığını söylüyor, ancak gerçek şu ki, laik diktatörlere desteğimizin İslamcılara yaptığı katkı, demokrasi teşvikinin asla yapmadığı oranda olmuştur.” diyor.

Obama yönetimi, neo-con çevrelere şüphesiz Bush yönetimi gibi kulak vermiyor. İsrail’e yakın bazı güçlü çevrelerin ise ‘Aman Mısır rejimi değişmesin, Mübarek gitse bile yerine mutlaka İsrail’le iyi çalışabilecek biri gelsin’ telkininde bulunduğundan emin olabilirsiniz. New York Times ve Washington Post gibi etkili gazetelerin başyazılarında Obama yönetimine Mübarek rejiminin elini artık bırakması çağrılarında bulunması ise, özgürlükçü çevrelerin elini güçlendirdi.

ABD zor bir karar aşamasında. Bir yanda kendisine sadık baskıcı rejimlere vefa borcu ve reel politik kaygılar var; diğer yanda yapılan ezalardaki sorumluluk payından dolayı oralardaki halklara ve kendi vicdanına kefaret borcu. ‘Ne şiş yansın ne kebap’ yaklaşımı ise artık pek iş görmüyor. Obama’nın dış politikada şimdiye kadarki en büyük testi bu. Bakalım gelişmelerin yönünü istediği istikamete çevirebilecek mi? Ve nihai tercihini özgürlükçülükten yana mı koyacak, yoksa Ortadoğu’da statükoya göz kırpmaya devam mı edecek?

About this publication