Ricciardone’s Sailor’s Knot

<--

Ricciardone’nin gemici düğümü

ABD Büyükelçisi Ricciardone geldi, geçen hafta ayağının tozuyla açıklamalar yaptı, ortalığı karıştırdı. Ruşen Çakır’ın da geçen cuma günkü yazısında belirttiği gibi, bu sözler, Türkiye’de her konuyu “tek nedenli” açıklayanların aklını allak bullak etti. Malum, ulusalcı-Kemalist çevrelere göre her şeyin nedeni ABD ve CIA’dır. Türkiye’deki ulusalcı harekete emperyalist nedenlerle balta vuran odur, mülevves Amerika’dır. Şimdi, Ricciardone o kanatın eleştirileriyle paralel bazı açıklamalar yapınca, zihinler bulandı, bunaldı. Yeni senaryolar, birtakım köşelerde yazılmaya başlamıştır. Öte yandan, hükümete yakın çevreler de Ricciardone’nin görüşlerini beğenmedi. Oysa onlar da bu yeni büyükelçinin kendilerine dönük değerlendirmelerinde öncekilerden farklı bir tutum içine gireceğini varsayıyordu. Yani, ortada ne İsa’ya yaranan bir büyükelçi var ne Musa’ya.

Madem öyle, varsayımları, teori, teorileri hakikatin ta kendisi diye sunmak gibi bir alışkanlığımız var, ben de kendi senaryomu yazayım bu açıklamalar üstüne.

Büyükelçi Ricciardone, belki İsa’ya ve Musa’ya yaranamadı ama galiba bu açıklamalar birilerine yarayacak. Onların başında İsrail geliyor.

Bir kere daha, uzun uzun, İsrail’in “yeni Türkiye”den veya Türkiye’nin yeni pozisyonlarından niye rahatsızlık duyduğunu anlatmaya gerek yok. Ortadoğu karışıyor, karılıyor, yeniden kuruluyorken Türkiye’nin çeşitli nedenlerle bölgede oynadığı rol de tuttuğu yer de değişiyor. Daha önceki yazılarımda da göstermeye çalıştığım gibi, Amerika basınını yakından izleyenler, Mısır’da meydana gelen olaylardan sonra bu ülkenin İsrail’le ve Türkiye’yle ilişkilerini sağlamlaştırması, “konsolide” etmesi gerektiğini öne süren yazıların hızını ve sıklığını da şaşırarak görmüştür. Öyledir, Amerika, bu koşullarda İsrail’le olan ilişkisini güçlendirmek zorundadır. Ama Türkiye ile de güçlendirmek zorundadır.

Gelin görün ki, İsrail’le Amerika arasında bir heyula duruyor. Onun adı da Türkiye. İsrail, duyduğu rahatsızlığın bir sonucu olarak Türkiye’yle ilişkilerini bozmakla ve bozuk tutmakla yetinmediği gibi, ABD’nin Türkiye’yle olan ilişkilerinin düzelmemesi için de elinden geleni yapıyor. Tersini söyleyen var mı, olabilir mi? Bu koşullar altında Türkiye’deki iktidarın yıpranması için elinden geleni ardına koymuyor.

Devam eden ve darbe girişimlerini konu edinen davalar bu bakımdan biçilmiş kaftan. Son zamanlarda bu dava süreçlerine müdahil olan, karışan ellerin gözden geçirilmesi, i’lerin noktasını koymak için kâfidir. Eski irtica “tehditleri” nin yerini alan “faşizan genleşme” türünden iddialar üstüne ABD devreye giriyor. İslam/cılık başlı başına bir tepki ve tehdit nedeni olmayı sürdürürken şimdi cephe genişletildikçe genişliyor. Yoksa Mısır konusunda ne yapacağını bilemeyen, her kafadan ayrı bir sesin çıktığı Amerikan yönetiminde ne oldu da, yemeden içmeden açıklama yapıp, sonradan Büyükelçinin kısmen tevil edeceği sözlere dönük destek verildi?

Tamam, söylenenler doğrudur, bugün eski dünyanın iç işleri-dış işleri ayrımını yapamıyoruz, temel demokratik konularda, insan haklarını ilgilendiren meselelerde herkesin söz söylemeye hakkı vardır ama, buradaki düğüm daha ayrıntıda atılıyor. İsterseniz buna, iç içe düğümlerden oluşan gemici düğümü diyelim. Bundan sonra bütün bu dava döneminde ABD gölgesinin ortada gezeceğini şimdiden yazalım. O gölgenin ardında da bir İsrail hayaleti yaramak yanlış olmaz…

Bunlar olacak. Kaçınılmaz. Dünyada güçler dengesine değil müdahale, temas bile sarsıntılara yol açar. O dengelerin kendiliğinden değiştiği ve ortalığa deprem dalgalarının yayıldığı bir dönemde Türkiye bu ve benzeri diğer hengâmeleri haydi haydi yaşayacaktır.

Hem denize gireyim hem ıslanmayayım demek mümkün değil. Islanırsınız, önem taşımaz, yeter ki, yüzme bilin!

About this publication