America Has (Finally) Warned Israel Not to Attack Iran

<--

İran’ın da, İsrail ve diğer ülkeler gibi kendini savunma hakkı var; ama bu hak ne İran ne İsrail ne de kimseye diğerlerini tehdit hakkı verir.

Savunma Bakanı Leon Panetta’nın Türkiye saatiyle önceki akşam yaptığı açıklama ile ABD, İsrail’i nükleer programı nedeniyle İran’ı vurmaması konusunda uyaran ülkeler kervanına katıldı.

Daha önce Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (veto hakkına sahip) beş üyesinden üçü, Rusya, Fransa ve Çin, İsrail’in buna kalkışmasının yeni çatışmalara yol açabileceği uyarısında bulunmuşlardı. Bu ülkeler, tam da o gün medyaya sızan uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (IAEA) raporunda İran’ın programının enerji üretiminden çok nükleer savaş başlığı yapımına yöneldiği endişesini paylaşıyor, ama bunu durdurma yolunun yeni çatışmalara yol açmak olmadığını düşünüyorlardı.

Uyarıların sebebi, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez’in ülkesinin İran’ın nükleer programı üzerine ‘diplomatik seçenekten çok siyasi seçeneğe yakın’ durduğunu ilan etmesiydi.

Ama uyarıların asıl adresi İsrail değil ABD idi. Çünkü İsrail üzerinde gerçek etkisi olabilecek tek ülkenin ABD olduğu gerçeği ortadaydı. ABD’nin stratejik ortağı İngiltere, bir gün sonra İran’a (Rusya’nın itirazına karşın) daha fazla yaptırım uygulanması taraftarı olduğunu söyleyerek, dolaylı yoldan askeri seçeneğe soğuk baktığını belli etmişti. Gözler, o nedenle ABD’ye çevrilmişti.

Dolayısıyla Panetta’nın açıklaması bölgede son günlerde artan İsrail-İran çatışması ihtimalini azaltıcı yönde bir adım oldu.

ABD’nin bu tutumu uluslararası nabzı dikkatle okuduktan sonra aldığı ve İsrail’in İran’ı vurmasının ‘kastedilmemiş sonuçlara’ yol açabileceği ifadesini de ölçüp biçerek kullandığı anlaşılıyor.

Bu tek başına İsrail’i ‘bir daha asla’ refleksiyle ve ‘Dayak yiyerek ayakta kalmak, ölümcül darbe almaktan evladır’ mantığıyla İran’a saldırmaktan alıkoyacak bir şey değildir. Ama İsrail’in ABD istihbaratı, askeri malzemesi ve en önemlisi siyasi desteğine (1981’de Irak’ın nükleer reaktörünü vurmasında görüldüğü üzere) ne kadar bağımlı olduğu düşünülecek olursa, en azından kısa bir süre daha ABD’den İran’ı vurmak için destek alamayacağı söylenebilir.

Bu da, İran’ı nükleer programını IAEA’nın tam denetimine açıp Panetta’nın dediği gibi ‘uluslararası aileye’ katılması için –Rusya, Almanya ve Türkiye gibi- İran üzerinde belli etkiye sahip ülkelerin diplomasi çabasını arttırmasına imkân tanır.

İran’ın da, tıpkı İsrail ve diğer ülkeler gibi kendisini savunma hakkı vardır; ama bu hak ne İran ne İsrail ne de kimseye diğerlerini tehdit hakkı verir. Şimdi diplomasinin hızlanması ve bölgeyi yeni çatışmalardan sakınmaya çalışması zamanı.

Atina ve Roma…

Atina demokrasinin beşiği sayılıyor; demokrasi zaten Yunanca bir sözcük. Roma, antikçağda devlet yönetimi ve hukukun kurallarının konulduğu başkent… İtalyanlar bankacılığın da mucidi, banka kelimesi İtalyanca kökenden geliyor.

Avrupa ve bugün Avrupa Birliği, siyasi, kültürel ve ekonomik köklerini Atina ve Roma’da görüyor.

Atina dünden itibaren seçilmiş bir politikacı tarafından değil, bir bürokrat, eski Avrupa Merkez Bankası yöneticilerinden Lucas Papadimos tarafından yönetilmeye başladı. Yorgos Papandreu, Alman Şansölyesi Angela Merkel’e hesap verip kemer sıkma politikasını ilan ettiği gece, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarını görevden aldı. Astlarına hem gözdağı hem de koltuk vererek askeri darbeyle devrilmekten korkuyordu. Ama ekonomik darbeyle devrilmekten kurtulamadı.

Birkaç güne kadar Roma da bir bürokrat, AB’nin eski komiserlerinden Mario Monti tarafından yönetilmeye başlayacak.

Sırada Portekiz’in olduğu söyleniyor. Kimse İspanya’nın adını anmak dahi istemiyor. Avrupa’nın mevcut görünümü, yoruma yer bırakmıyor.

About this publication