ABD-Türkiye: ‘bekle gör’ dönemi bitiyor
Türkiye ve ABD dışişleri bakanlarının Washington’daki ortak basın toplantısı, ortak eylem planı açıklamasına benziyordu. Görüşmelerin tek gündemi Suriye değilse de, eylem hedefinin Suriye olduğu anlaşılıyordu.
Açıklamalara göre Arap Birliği nezdinde sürdürülen arabuluculuk girişimleri, Suriye’nin dostları grubu ile desteklenecek. Aslında Suriye’nin dostları grubunun adının da değiştirilmesi, Suriyelilerin dostları grubu yapılması gerekiyor; zira Türkiye’nin de bulunduğu bu gruba ABD de katılmak istediğine göre şimdiki Suriye devletinin dostu olan bir profilden söz edilemeyeceği çok açık.
Şiddeti durdurma yolunda bu tür siyasi yatıştırma araçları denenirken, aynı anda diplomatik baskıların da süreceği bildirildi. Bu siyasi baskıdan kasıt, muhtemelen uluslararası kuruluşlar ve hukuk yoluyla Suriye yönetimini mahkum etmeye yönelik. Ancak bundan daha önemlisi, diplomatik baskının Suriye’ye değil, Suriye rejimini destekleyenlere yapılacak olması. Bu açıdan ilk akla gelen ülke İran olabilir; ancak Clinton’un BM Güvenlik Konseyi’nde Rusya ve Çin’in Suriye müdahalesini veto etmelerine ne kadar kızdığı hatırlanırsa, önceliğin Rusya’da olduğu düşünülebilir.
Rusya’ya davet
Rusya’ya diplomatik baskı yapılacağı iması, Türkiye ile ABD’nin ortak tutumu olarak mı görülüyor, orası açık değil. Ancak ABD’nin Türkiye’ye ‘Kafkasya’yı kazanın’ mealinde bir tavsiyede bulunduğu ve Türkiye’ye düşenin de Kafkasya halklarını Rusya’nın kucağına itecek girişimlerden kaçınmakla sınırlı tutulduğu anlaşılıyor. Bunu anlamaya yarayan şifre ise, Ruhban Okulu’nun açılması gereğine yapılan ABD vurgusu.
Sahi, neden açılmıyor bu okul?
Suriye konusunun doğrudan Rusya konusu olduğunu bir kez daha ifade eden ABD, basın toplantısında bir başka konuya daha işaret etti. Bu, beklemek için fazla süre kalmadığı idi. Anlaşılan o ki, silahlar kınından çıkalı çok olmuş ve Suriye rejimi etkisiz hale getirilmez ise İran ile İsrail’i dizginlemenin sınırına ulaşılmış. Kısacası ya İsrail ile İran bir savaşa girecek, ya da araya Suriye üzerinden ABD ve Türkiye girecek. Türkiye, İran’ın siyasetinden bunalan ama yaptırıma uğramasına karşı çıkan rolüyle, ABD de İsrail’den bunalan ama el de sürdürtmeyen rolüyle bu girişimde yer alacak.
Bu arada Rusya’ya da seçenek sunulmuş oluyor. Ya çatışmaları durdurması için Esad’a baskı yapan taraf Rusya olur ve ABD-Türkiye ikilisinin faaliyetlerine katılır, ya da Suriye’yi kaybedip İran-Ermenistan sınırına çekilir.
Müdahale ihtimali
ABD ve Türkiye’nin beklemekten sıkılıp daha aktif işler yapacakları bir döneme girdikleri duyuruldu, bu arada aktivitenin neler olabileceği de ima edildi. İlk aşamada insani yardım koridorlarının genişletilmesi ve bu koridorların Esad denetiminden çıkarılması söz konusu. Ardından, tampon bölge ya da uçuşa yasak bölgelerin tasarlanması geliyor. Bu ikincisi, uluslararası onay gerektirir ve anlaşılan o ki bu onayı BM’den almaya pek niyetli olmayan bir ABD var.
Bu durumda, ‘insani’ gerekçeler öne alınabilir ve uluslararası bir koalisyon oluşturularak katliamlardan kaçanlar için bir alan açılabilir. Bu girişimlerin tümünde sivil unsurlar kullanılsa bile, sonuç itibarıyla Esad otoritesinin bazı coğrafyalarda sınırlandırılması ancak silahla olacağından dolaylı bir askeri müdahale söz konusu olur.
Sonuç itibarıyla, Suriye yönetimi geri adım atmaz ve Rusya da ABD yanında pozisyon almaz ise, Türkiye’yi bekleyen çok sıcak günler olduğu söylenebilir. Türkiye’nin müdahale sürecine meraklı olmadığı hatırlatılmalı. Ancak MİT krizi, artan terör olayları ve basın toplantısında Irak’tan hiç söz edilmemesi kaçınılmaz bir sürece işaret ediyor gibi.
Either the US figures out a way to effect regime change in Syria, or Washington’s relationship with the GCC — the big oil producers — is at risk. And since things did not turn out as expected with respect to Iraq’s oil, the US really can’t afford to blow it this time.
Turkey must somehow feel it’s between a rock and a hard place, what with the US trying to pressure Turkey into doing the dirty deed. After all, it’s an election year, and Americans are fed up with expensive invasions of Muslim countries for the purpose of regime change.
For Turkey, NATO membership is as much a curse as a blessing. It’s done its part in helping to provoke the appearance of a civil war in Syria, so it’s now faced with the question: In for a penny, in for a pound?