Obama Is Being Forced to Do What Bush Could Not in 2007

<--

Beş yıl önce 13 Kasım 2007’de Başbakan Erdoğan’ın Washington ziyaretini takip ediyordum. İkinci George Bush dönemi bitiyor, başkan adaylarının belirleneceği ön seçimler başlıyordu. Lobi mekanlarında, diplomasi koridorlarında ve küresel ekonomiye duyarlı sermaye çevrelerinde “İran’a müdahale” fısıltıları dolaşıyordu: Ya ABD İran’daki nükleer tesisleri vuracak ya da İsrail aynı operasyonu oldubittiye getirerek sözümona “ABD’ye rağmen” yapacaktı. Operasyon da ya Nisan-Mayıs aylarında ya da yeni başkanın neredeyse belli olduğu sonbaharda gerçekleşecekti.

Elbette resmi açıklamalarda kimse renk vermiyor, “askeri seçenek”ten uzak ihtimal diye sözediliyordu. İşin ciddiyetini Washington’daki Uluslararası ve Stratejik Araştırmalar Merkezi (CSIS) Türkiye Araştırmaları Başkanı Bülent Alirıza ile konuşmuştum. Özetle şunları söylemişti 5 yıl önce: “Başkan Bush ve Yardımcısı Cheney’in konuşmalarını, Kongre’nin İran Devrim Muhafızları’nı terörist ilan eden karar almasını ve ‘askeri gücü de kullanabiliriz’ sözlerini ciddiye almak lazım. Irak savaşı öncesi söylenen sözleri hatırlayalım. İran için de ‘elimizde birtakım somut bilgiler var’ ve ‘İran nükleer silaha çok yaklaştı’ diyebilirler. … ABD yönetimi ‘bu işi diplomatik yoldan çözmeye çalışıyoruz’ diyor ama aynı şeyi Irak’a saldırı öncesinde de söylemişlerdi. Bir dedikodu var; Bush şöyle diyormuş: ‘Başkanlıkta son günümde bile olsa İran tehdidini ortadan kaldıracağım. Çünkü benden sonrakiler yapamayacak.’ Bu işi füzelerle, uzun menzilli bombardıman uçaklarıyla yapmayı düşünüyor. Hedef de nükleer çalışmaların yapıldığı yerler ve Devrim Muhafızları’nın karargahları.”

Bülent Alirıza, “İran’a saldırı Irak’tan daha büyük bir hata olmaz mı ABD için” sorusuna da “Kesinlikle… Irak’a saldırının bir hata olduğunu Amerikan halkı gördü. Ama İran’a saldırı tehlikesi yine de çok ciddidir. Washington’da yönetim içinde savaş var. Cheney ‘Askeri önleme geçmeliyiz’ diyor. Rice ise ‘Sert bir ambargo ve AB ülkelerinin yardımıyla İran tehdidini giderebiliriz’ diyor” cevabını vermiş ve “Cheney’in Bush üzerindeki tartışılmaz etkisi”ni vurgulamıştı.

Beş yıl sonra benzer noktadayız. Geçtiğimiz hafta Washington’un bugünkü nabzını Amerika’nın Sesi radyosunda anlatan Bülent Alirıza, “Obama seçime giderken bir operasyon yapmak istemiyor, İsrail’in de yapmasını istemiyor. Ama ona doğru gidiliyor gibi bir intiba var Washington’da” ifadesini kullandı.

Anlaşılan Washington’daki “iç savaş” sürüyor. Savaş lobisi yine seçim öncesi “nabız yokluyor”; ABD’nin çıkarını bölgesel “barışçı” işbirliklerinde görenlerin direncini kırmaya çalışıyor. Bir yandan ABD Başkanı Obama ve Savunma Bakanı Panetta’ya “gerekirse operasyon” dedirtecek ısrarlı sorular soruluyor. Bir yandan İran, daha önce Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’na açmadığı Parçin askeri tesisi için yeşil ışık yaktığı halde, “Batılı diplomatlara göre, İran o askeri tesiste denetçilerin ziyareti öncesi temizlik çalışmaları yapıyor olabilir” haberleri servis ediliyor.

Belki Obama’ya ayrıca “İsrail’in oldubittisine göz yumma” karşılığında, operasyonun ardından İsrail’e göstermelik tepki vererek “barış için çabalayan ABD Başkanı” olabileceği, seçim öncesi bunun işe yarayacağı telkinleri de yapılıyor.

Bugün de “aynı şeyi daha önce yaşamışlık” hissi ağır basıyor. Ancak Türkiye, 2007’ye göre ABD yönetiminin kararlarında daha ciddi etki yapabilecek durumda. Örneğin ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, “Suriye konusunda öncelikle Türkiye’nin tavrına göre adım atacaklarını” açıkça söylüyor. Tunus’tan İran’a kadar olan coğrafya yüz yıl önce Osmanlı’ya rağmen çizildi, yapılandırıldı. Ancak bugün Türkiye, bu coğrafyanın değişim sürecinde etkin bir aktör olma fırsatı ve sorumluluğuna sahip. Bu sorumluluk İran’a karşı da geçerli. Olası bir İran krizinin doğuracağı ekonomik yangın tehlikesinin getirdiği zorunluluk da cabası.

About this publication