America’s Dilemma with Iran

<--

Filistin liderinin kendi başkentinde kısa menzilli bir füzeyle katledilmesinin hesabını sormak zorunda İran. Çünkü 45 yıldır kendi halkını “İsrail’e ölüm” sloganıyla susturuyor. Harimine kadar giren düşmana, “halkını tatmin edecek” ve aynı zamanda rakibi olan Arap rejimlerine “gözdağı” olarak da algılanacak şiddette bir cevap veremezse, bu zafiyet molla rejimini yok oluşa götürecektir. Hatta ülkede baskıyla zapt edilen muhalefetin de cesaretini artıracaktır.

Yani İran, “sarsıcı ve beklenmedik bir cevap” vermek zorunda. Bu durumun Filistin mücadelesine destekle ya da İsmail Haniye’nin intikamını almakla hiçbir ilgisi yok. Bugün İran’daki rejim sadece kendi itibarını korumak zorunda. Rejimin muhafazası için Suriye ve Irak’ta milyonların gözyaşına aldırış etmeyen, kendi topraklarında ise en küçük sese tahammül göstermeyen bir yönetim için bu cevabı vermek ise hiç kolay değil. İran’ın açmazı bu.

Fakat ABD’nin açmazı daha derin. Çünkü ABD, 1970’lerden bu yana İsrail’in varlığını Ortadoğu’daki Sünni devletler ve hareketlerin tehdit ettiğini düşünerek politika geliştirdi. FKÖ’nün Lübnan’dan çıkartılmasıyla başlayan süreç, İran-Irak Savaşı sırasında İsrail’in İran’a verdiği milyarlarca dolarlık silah desteğiyle yeni bir boyut kazanıyordu. İsrail’in “İran istihbaratının desteğiyle” Irak’ın nükleer tesislerini vurması ise artık ABD’nin bölgede yürüttüğü siyasetin tescillenmesi demekti.

Bu politika, 11 Eylül sonrasında Afganistan’ın işgal edilmesiyle sürecek ve nihayet Irak’ın yok edilmesiyle taçlanacaktı. ABD Yemen’de halkın devrimine karşı darbe yapan Husilere müdahale etmeyerek, Suriye’de Esat rejiminin kimyasal saldırılarına göz yumarak mezhep savaşlarını kışkırtan tarafta yer aldı. Mısır’daki darbeyi destekleyerek İsrail’e batıdan gelecek tehdidi bertaraf ederken, Suriye ve Lübnan’daki karışıklığı arttırarak İsrail’in kuzeyini güvenli hale getireceğini düşünüyordu.

Irak’ın parçalanması ve Suriye’nin bir kan denizine dönmesi İsrail’in elini rahatlattı. Ancak tüm bu ülkelerde İran’ın hâkimiyetinin genişlenmesini sağladı. Tıpkı FKÖ’nün Lübnan’dan kovulması, Hıristiyanların egemenliğini artırmak yerine Hizbullah’ın otoritesini artırdığı gibi.

ABD için çıkmaz sokak burada başlıyor. İran’ın emrinde hareket eden Lübnan ve Suriye’deki Hizbullah, Irak’taki Haşdi Şabi ve Yemen’deki Husileri güçsüz bırakacak her hamle bu ülkelerdeki karşıtlarını güçlendirecek.

ABD, Suriye’de Türkiye’nin desteklediği muhaliflerin, Lübnan’da Sünnilerin ya da Yemen’de İran karşıtı meşru Yemen Devleti’nin güçlenmesini sağlayacak saldırılardan uzak durmak zorunda. Çünkü böylesi bir netice doğuracak her hamle sadece bu ülkeleri etkilemeyecek. Suriye’de muhaliflerin önünü açan, Irak’ta Sünni Arapların siyaset sahnesine dönmesini tetikleyecek hareketlerden Mısır’daki darbe yönetimi ve Ürdün’deki krallık da etkilenecektir. Böylesi bir durum ABD ve İsrail için telafisi mümkün olmayan bir yenilginin kapısını aralar.

İşte bu yüzden ABD’den bir heyetin İran’a gittiği ifade ediliyor. ABD İran’dan, şımarık çocukları İsrail’e çok zarar vermeyecek ve böylece kendilerini de İran’a karşı daha sert karşılık vermek zorunda bıraktırmayacak “göstermelik bir saldırıyla” konuyu geçiştirmesini talep ediyor.

Yakında izleyeceğimiz film işte bundan ibaret.

About this publication