ABD ve Avrupa’nın dostluğuna ne kadar güvenelim?
İsrail’in elinde 2 bine yakın nükleer silah olmasaydı, ne Türkiye’de ne İran’da ne de bir başka bölge ülkesinde, kitle imha silahı edinmeyi savunan kimse olmazdı. ABD ile Avrupa Birliği, (dünyanın 5. en büyük silah satıcısı) İsrail’e her yıl 12 milyar dolara yakın nakit yardım yapmasaydı ve ortaklarının çıkarını çiğneyerek yardım-yatırım bütçelerini İsrail’e tahsis etmeseydi, ne Türkiye ne de diğer bölge ülkeleri, BRICS bünyesinde yeni açılım imkanları aramazlardı. ABD ile AB, İsrail’in Filistinlere karşı soykırımına varan, işgal ve imha operasyonlarına açıkça siyasal ve askeri destek sağlamaya devam etmeseydi, Türkiye ve yakın zamana kadar hepsi ABD yanlısı 8 ülke, Şanghay İş birliği Örgütü’nde yeni oluşumlar aramazdı.
ABD’nin ile AB’nin İsrail sevdasının, teröre karşı birlikte mücadele, sözüm-ona “haydut devletler” ile başa çıkma ve Orta Doğu’ya demokrasi getirme çabasında (!) bir yararını gördüklerini söylemek mümkün mü? Amerika’da her yıl İsrail’in ABD’ye destek olmadığına, tersine yük getirdiğine ilişkin onlarca kitap, yüzlerce rapor yayınlanıyor. Ülkeler, özellikle büyük ülkeler bazı müttefiklerinin yükünü taşırlar; ama bundan hem kendi ulusal çıkarları zarar görmez, hem de yükünü taşıdıkları ülkeyi bir şeyden kurtarırlar. ABD’nin İsrail’i sırtında taşımaktan kazancı ne?
İran’ın nükleer silah edinme çabasının, Türkiye’nin (benim de aralarında bulunduğum) bir çok insanın artık (1970’de altına girdiğimiz) şu “Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesine Dair Anlaşma” boyunduruğundan kurtulması gerektiğini savunmasının, Suudi Arabistan’ın İran’la müzakereye koşmasının ve daha bir çok uluslararası veya ulusal garipliklerin ortaya çıkmasının birinci sebebi, ABD ve AB’nin İsrail’e verdikleri bu kayıtsız şartsız destektir. İkincisi ise, ABD ve AB’nin ahlaken savunmaları gereken Filistinlilerin değil, uluslararası mahkemelerde soykırımı ile suçlanan, lideri hakkında evrensel tutuklama kararları çıkartılan İsrail’in yanında durmalarıdır.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında yenen ve yenilen ayrımı yapmadan küresel bir serbest ticaret ağı kuran, Soğuk Savaş’ın karanlık günlerinde demokrasi ve özgürlük cephesinin lideri olan, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra, savaşa değil barışa yatırım yapılması için önderlik eden ABD’nin siyasetçileri, bütün bu çabalarına İsrail-Filistin meselesinde yanlış tarafı tutarak, hem kendi çıkarlarına, hem de müttefiklerinin çıkarlarına zarar verdiklerini ne zaman öğrenecekler?
Türkiye’nin BRICS’e tam üyelik başvurusuna ilişkin Rusya kaynaklı açıklama üzerine, batı medyasında haberden çok yorum yayınlanıyor ve bu yorumların çoğunda ana tema “BRICS genişlemesi Batı’nın ekonomik ve jeopolitik hakimiyetine son verecek mi?” sorusu etrafında oluyor. Eğer Türkiye, BRICS gibi, doğru dürüst adı bile olmayan bir örgütte yatırım-kalkınma desteği arıyorsa, bunun sorumlusu, Türkiye’yi tam üyelik için 40 yıl 5 ay 5 gündür beklettiği halde, hala “AB’ye üyelik liyakate dayalı bir süreçtir” diyen ama İsrail’in savaş suçlarına ortak olmakta sakınca görmediğini “İsrail’e verdiği koşulsuz desteğimiz devam edecektir” sözleriyle ilan eden Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen kadar, ABD yönetimleridir. O ABD ki, ülkesinin toprak bütünlüğü bile sağlanmamış bir Ukrayna’yı AB’ye almaları için Avrupalı ortaklarını alenen zorluyor.
İsrail, ABD ve Avrupa ülkelerinin ulusal çıkarlarına bu kadar zarar verirken, ahlak ve insani değerleri İsrail’i değil Filistinlileri desteklemeyi bu kadar açık gerekli kılarken, bu ülkelerin dostluğuna, Türkiye’nin çıkarlarını korumaları gerektiğinde bunu yapacaklarına nasıl güvenebiliriz? Kendi çıkarını bu kadar ayan ve beyan göz ardı eden müttefikin aklına ne kadar güvenilebilir?
Leave a Reply
You must be logged in to post a comment.