There Is No Challenging Israeli Aggression without Facing the US and NATO

<--

ABD ve NATO’yu görmeden, İsrail saldırganlığına karşı çıkılmaz!

İran, iki ay bekledi, sonunda etkili vurdu. İran’ın geceyi aydınlatan füzeli saldırısı sadece İsrail’in değil ABD’nin façasını da bozdu. Temmuz ayı sonunda Hamas’ın Siyasi Büro Lideri İsmail Heniye, Tahran’da bulunduğu sırada İsrail/ABD saldırısı sonucu hayatını kaybettikten bu yana, İran’ın nasıl yanıt vereceği tartışılıyordu.

Nisan ayında İsrail’e beklenmedik bir operasyon düzenleyen İran, 1 Ekim akşamı daha ağır bir saldırı dalgasıyla yanıtını verdi. Bu saldırı, önce Hamas lideri Heniye daha sonra Hizbullah Genel Sekreteri Nasrallah’ın şehit edilmesiyle direniş cephesi ve toplam olarak bölge ülkeleri aleyhine olan moral durumun tersine çevrilmesi için önemli bir başlangıç oluşturuyor.

Bundan daha önemlisi, İran’ın füzelerinin, İsrail’in çok güvendiği demir kubbeyi başarılı bir şekilde delip geçtiğinin çıplak bir şekilde ortaya çıkması. Hem de her türlü medyanın kontrolünü elinde tutan emperyalist propaganda mekanizmasının yoğun çabasına rağmen. Bu durum, zaten diken üstünde olan İsrailliler için bütün ülkenin güvensiz olduğunu göstermiş oldu.

İSRAİL NE YAPABİLİR, NE YAPAMAZ

Şimdi Netanyahu atıp tutuyor, Biden ve Harris arkasında duruyor görünüyor ama İsrail yönetimi şunun hesabını yapmak zorunda kalacak: Eğer, “vaziyeti kurtarmak” için göstermelik bir operasyon değil iddia edildiği gibi İran’ın nükleer tesislerini hedef alan bir saldırı düzenlerse İsrail bu kez neyle karşılaşacak?

Filistin’de Hamas ve diğer Filistin direniş örgütleri, Lübnan’da Hizbullah halihazırda İsrail ile savaşıyor ama esas kuvvetlerini sahaya sürmeden sınırlı bir savunma stratejisi izliyor. Yemen’de Ensarullah, Suriye’de Suriye devleti ve direniş örgütleri, Irak’taki anti emperyalist-anti siyonist örgütler belli ölçülerde savaşın içinde ama esas güçleriyle sahada değiller.

Bütün bu örgütler, eli tetikte bekliyor. Netanyahu Hükümeti’nin bu tür bir çılgınlığa kalkışması durumunda, asıl İsrail’in yaşanamaz hale geleceğini ABD’de ve İsrail’deki gerçekçi analistler saptıyor. Üstelik İsrail’in dizginsiz saldırısı konusunda ABD’yi caydırmak için İran’ın askeri kabiliyetleri dışında kullanabileceği çok önemli bir kozu daha var. İran’ın dünya petrol ticaretinde kilit bir rota olan Hürmüz Boğazı’nı kapatma kozuna sahip olduğunu da hesaba katmak gerekiyor.

ARZ-I MEV’UD MASALI DEĞİL, ABD’NİN STRATEJİK HEDEFİ

Gelelim bütün bunların Türkiye için ne anlam taşıdığına… Cumhurbaşkanı Erdoğan, TBMM’nin açılış törenindeki konuşmasında “arz-ı mev’ud”a gönderme yaparak İsrail’in hedefinde Türkiye’nin de olduğunu belirtti. Erdoğan konuşmasında bu hedefi doğru bir şekilde “ham hayal” diye niteliyor ama 7 Ekim 2023’ten bu yana bu tehdidin her geçen gün arttığını vurguluyor. Erdoğan şöyle diyor:

“İsrail’in, Filistin ve Lübnan’daki saldırılarını çok yakından takip ederken, Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyinde, bölücü örgütü maşa olarak kullanmak suretiyle, nasıl birer küçük uydu yapı kurmak istediğini de çok net görüyoruz.”

İlk bakışta doğru görünen bu tehdit değerlendirmesinde temel bir eksik var: ABD bu işin neresinde? “Ne önemi var, ha ABD ha İsrail” demeyin. Çünkü ABD’nin bu denklemdeki esas olan rolünü görmeyen ya da göstermeyen bu değerlendirme, söz konusu tehdidi bertaraf etmek için gerekli stratejik mevzilenmelerin doğru bir şekilde yapılmasına engel oluyor.

Dahası, bir yandan ABD ile Rusya’dan alınan S 400’leri masaya sürerek F 16/F 35 pazarlığı yapılıyor, diğer yandan “İsrail saldırganlığına karşı İslam ülkeleri öncülük yapmalı ama maalesef bu konuda ciddi zafiyet yaşanıyor” diye şikayet ediliyor.

Bir kez daha vurgulayalım: İsrail saldırganlığının arkasında ABD liderliğindeki Atlantik sistemi vardır.

Aralarında esası etkilemeyen küçük farklı yaklaşımlar olsa da NATO’suyla, AB’siyle mevcut Atlantik cephesini oluşturan ülkelere sırtını vermese, İsrail bir gün bile dayanamaz. İsrail, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD ve İngiltere tarafından kurulmuş yapay bir devlettir.

Yani “ABD’yi, İsrail yönetiyor” safsatası, bugün esas tehdidi perdelemekten başka bir işe yaramıyor.

Türkiye’ye yönelik tehdit, Tevrat’taki hayali hedeflere dayanarak değil bugünün dünya saflaşmasındaki gerçeğe göre belirlenmek zorundadır. Irak’ı bölen, Suriye’yi parçalama operasyonunu sürdüren ve ülkenin bir bölümünü işgal altında tutan, İran’ı savaşla tehdit eden, yıllardır terör örgütünü besleyip büyüten ve etrafını üslerle çevirip Türkiye’yi bölmeye çalışan ABD’dir! Tehdidin kaynağı ABD’dir, İsrail onun kullandığı aletlerinden biri olan bir terör devletçiğidir. Türkiye, ittifaklarını bu tehdide göre belirlemek durumundadır.

About this publication