Looking at how Turkey looks from the United States is no doubt important. But sometimes, it is useful to turn the tables and examine how the U.S. is regarded in Ankara. In the end, this is the only way to get the big picture.
It was with this in mind that I spent most of the week after the Lisbon Summit in Ankara and then went back to Washington to cover Foreign Minister Ahmet Davutoglu’s visit. While in Ankara, I had the opportunity to speak with some important names in Turkish foreign policy, including President Abdullah Gul and Foreign Minister Davutoglu. As far as I can see, Ankara’s political scene continues to place a great amount of importance on developments and relations with the U.S. And for starters, having an intellectual, constructive personality like Obama in the White House is looked on positively in Ankara.
During Obama’s first NATO summit, Ankara sent a positive signal to Obama by accepting certain compromises and removing its veto on Anders Fogh Rasmussen's election as general secretary. This saved Obama from falling into a weakened position due to an inability to get a general secretary elected to NATO. During the last summit, a helping hand was lent to Obama once again — a much-needed gesture given his midterm defeat and declining public support. I think that if we consider the 2012 Republican presidential candidates, it is not hard to see how Turkey’s interests lie in strengthening Obama both domestically and internationally.
By not throwing a wrench in NATO’s missile defense system concept, Turkey effectively increased Washington’s ability to maneuver. Thanks to these harmonious relations (both President Gul and Prime Minister Erdogan are on very friendly terms with Obama), Ankara is very comfortable with the situation in the White House. But efforts still need to be made to improve the situation with the secretary of state, who has expressed concern about recent Turkish policies. In this sense, Davutoglu’s meeting with Secretary Clinton was an important opportunity, and the fact that Davutoglu brought Ambassador-Counselor Feridun Sinirlioglu with him on the visit is important in terms of reducing pressures on the highest levels of the foreign service bureaucracies. The meetings Davutoglu will hold with Congress also hold the potential to reduce tensions.
Beyond day-to-day events (WikiLeaks, for example), America wants to increase its emphasis on negotiation in approaching core issues like Afghanistan. In Washington, the perception that Turks do not like to listen is widespread. As criticism of Turkey’s Iran policy dies down with Turkey’s compliance with the embargo, the lack of resolution of the Mavi Marmara crisis continues to plague Washington. Whereas Ankara wants Washington to discretely pressure Israel to offer an apology to Turkey for the incident, with Turkey no longer having an embassy in Tel Aviv, coordination is becoming increasingly complex.
The fact that the Lisbon Summit concluded without any major malfunctions should strengthen the Obama administration’s hand in pushing their pick for ambassador to Turkey. On the other hand, I hear that the administration is considering a Plan B candidate, Francis Ricciardone. The major criticism against Ricciardone is that he compromises his objectivity by forging overly friendly ties with the locales where he is stationed. But having an extremely friendly personality take over as ambassador could go a long way in softening the suspicious attitudes of Turkey’s political parties.
Another concern I am hearing in Washington is that negative criticisms directed at Turkey at the bureaucratic level are not being clearly communicated to the government. And Turkish officials express a similar situation occurring on their end. It seems that communication between the two continues to be dysfunctional. If this is the case, how can communication between the two countries be improved? In my opinion, one solution would be to increase the depth and intensity of consultations on issues of high importance for both parties. Also, bringing a wider range of actors to consultations is important. For instance, it might be useful to give the Pentagon and the Turkish General Command at least observer status in consultations with a military dimension, such as Iraq and Afghanistan. The two sides can set up a working group headed by top officials to deal with Middle East issues, an area of chronic disagreement. In this group, it would be important to include diplomats heading the European portfolio, which usually encompasses Europe, as well as officials in charge of affairs in the Near East. This way, the two players will be able to see the big picture better and answer each other’s questions and concerns easily.
Despite Ankara’s broadening foreign policy horizons and the extra time commitments that go along with this, Ankara continues to devote serious effort to its relations with the U.S. This shows that the relationship is valued highly in Ankara. And even if Turkey is not noticed much by the American public, in Washington, it is quickly attracting more and more attention (unfortunately, most of it has been negative). The fact is that many Turkish policy moves that were never intended to cause alarm in Washington have been misconstrued due to misleading rhetoric. I hope that in his interactions with the American public and foreign policy establishment, Ahmet Davutoglu is able to steer the growing interest in Turkey in a more positive direction.
Ali H. Aslan
ABD, Ankara'dan nasıl görünüyor?
ABD'ye içeriden bakmak, Türkiye'nin buradan nasıl göründüğünü izlemek şüphesiz önemli. Ancak zaman zaman suyun öteki tarafına geçip Türkiye'den, hassaten Ankara'dan ABD'nin nasıl göründüğünü anlamaya çalışmak da faydalı oluyor. Büyük resim ancak böylece tamamlanmış oluyor.
Ben de işte bu maksatla Lizbon zirvesinden sonraki haftanın büyük bölümünü Ankara'da geçirip, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun ziyaretini takip etmek üzere Washington'a geri döndüm. Ankara'dayken başta Sayın Cumhurbaşkanı'mız Abdullah Gül ve Bakan Davutoğlu olmak üzere devletin dış politikadaki etkili isimleriyle görüşme imkânı buldum. Gördüğüm kadarıyla Ankara cenahında ABD'ye gösterilen ilgi ve ilişkilere verilen önem sürüyor. Her şeyden evvel, Barack Obama gibi yapıcı entelektüel kişiliğe sahip birisinin ABD'nin başında olması, olumlu bulunuyor.
Ankara, Obama'nın katıldığı ilk NATO zirvesinde Anders Fogh Rasmussen'in genel sekreter olmasına vetosunu bazı tavizler karşılığında kaldırarak ABD Başkanı'na jest yapmıştı. Obama'yı ilk NATO zirvesinde genel sekreter bile seçtiremeyen zayıf bir lider konumuna düşmekten kurtarmıştı. Son Lizbon zirvesinde de, Kongre seçimlerinde partisinin mağlubiyeti ve düşen kamuoyu desteği nedeniyle kendi ülkesinde zor durumda olan Obama'ya yine el verildi. 2012 seçimlerinde başkan adayı olarak adı ön plana çıkan bazı Cumhuriyetçilere bakınca, iç ve dış siyasette Obama'yı güçlendirecek eylemlerin Türkiye'nin çıkarına olduğunu düşünüyorum.
Ankara'nın Lizbon'da yeni NATO konseptine ve füze kalkanı sürecine takoz koymaması, Türkiye'nin Washington'da hareket kabiliyetini artırdı. Zirvedeki uyumlu ilişkiler sayesinde (hem Cumhurbaşkanı Gül'ün hem Başbakan Erdoğan'ın Obama'yla samimi bir ilişkisi var) Ankara, Beyaz Saray cephesinde nispeten rahat. Ancak Türkiye'nin gidişatı konusunda kuşkuları artmış olan ABD Dışişleri Bakanlığı üzerinde daha çok çalışılması gerekiyor. Bu bağlamda, Foreign Policy dergisinin 'İlk 100 Küresel Düşünür' listesine giren Bakan Davutoğlu'nun şeref gecesine katılmak üzere geldiği Washington'da Bakan Hillary Clinton'ı da görecek olması önemli bir fırsat. Davutoğlu'nun Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu'yu da beraberinde getirmesi, bürokratik seviyede siyasilere nispeten daha yüksek olan gaz basıncının düşürülmesi adına faydalı. Bakanın Kongre'de yapacağı yoğun temaslar da oradaki bazı tepkileri yumuşatabilir.
Amerikalılar, üst düzey siyasî istişarelerde 'günün konusu'ndan (mesela Wikileaks olayı) ziyade, Afganistan gibi önemli konuların derinlemesine müzakere edilmesini arzu ediyor. Washington'da 'Türkler dinlemekten pek hoşlanmıyor' algısı yaygın. Türkiye'nin İran politikasından şikâyetlerin dozajı ambargoya riayet etmesiyle azalırken, İsrail'le Mavi Marmara krizinin sürmesi ABD başkentini sıkmaya devam ediyor. Ankara ise Washington'dan elini taşın altına koyup İsrail'i bir çeşit özür ve tazminata ikna etmesini istiyor. ABD'nin Ankara'da, Türkiye'nin Tel Aviv'de büyükelçisinin bulunmaması koordinasyonu iyice müşkülleştiriyor.
Lizbon'un sorunsuz atlatılması, Ankara'ya göndermek istediği büyükelçi adayı Senato'da onay sürecine takılan Obama yönetimini tekrar harekete geçirecek ve Kongre'yi ikna kabiliyetini artıracaktır. Diğer yandan Beyaz Saray'da B planı olarak Büyükelçi Francis Ricciardone'ye alternatif isim arayışları olduğunu da duyuyorum. Ricciardone'ye muhaliflerince yöneltilen eleştirilerin başında, görev yaptığı ülke makamlarıyla fazlasıyla samimi hale gelerek objektifliğini kaybetmesi geliyor. Halbuki ABD'nin Ankara'da sıcak kişiliğe sahip bir büyükelçi ile temsil edilmesi, hem iktidar hem muhalefet çevrelerinde ABD'ye ilişkin kuşkulu tavrın yumuşamasına katkıda bulunabilir.
Washington'da duyduğum kanaatlerden biri de Türk muhataplara bürokratik seviyede verilen mesajların olumsuz yanlarının siyasi karar makamlarına çıktıkça budandığı. Türk yetkililer, kendilerinin de benzer durumu Amerikalılarda gördüklerini ifade ediyorlar. Sonuç olarak, Ankara ile Washington arasında iletişim arızaları sürmüş oluyor. Peki iletişim kalitesi nasıl artırılabilir? Bana göre bunun yollarından biri, iki taraf için ortak önceliğe sahip konularda daha yoğun ve derin istişareler yapılması. İstişarelere katılımın çeşitlendirilmesi de önemli. Mesela Irak ve Afganistan gibi askerî boyutu da bulunan siyasî istişarelerde Pentagon'un ve Genelkurmay'ın da en azından gözlemci olarak aynı masaya oturtulması düşünülebilir. En çok sürtüşmenin yaşandığı Ortadoğu konusunda her iki ülkenin siyasî seviyede üst düzey temsilcilerinin başkanlığında tüm ilgili birimlerinin katılacağı bir çalıştay düzenlenebilir. Buraya ABD hükümetinin sadece Türkiye'den sorumlu Avrupa dairelerinin değil Yakındoğu dosyasını elinde bulunduranların da dahil edilmesi muvafık olur. Böylelikle taraflar büyük resmi daha iyi görebilir ve karşılıklı sorulara cevap verilebilir.
Türkiye'nin genişleyen dış politika ufkuna ve bunun gerektirdiği esktra vakit yatırımlarına rağmen ABD ile ilişkilere harcanmaya devam edilen emek, Ankara'nın devlet olarak bu ilişkiye hâlâ çok önem verdiğini gösteriyor. Türkiye, Amerikan kamuoyunda hâlâ fazla göze çarpmayan bir ülke olsa da, Washington'da giderek -ağırlıklı olarak olumsuz manada- daha fazla ilgi ve dikkat çekiyor. Aslında normal şartlarda Washington'u çok rahatsız etmemesi ümit edilen birçok Türk dış politika hamlesi, siyasi kaygının ön plana çıktığı bir kısım söylemlerin etkisiyle yanlış algılanabiliyor. Bakan Ahmet Davutoğlu'nun ABD başkentinde yapacağı kamuya açık ve kapalı etkinliklerin dış politika çevrelerinde Türkiye'ye artan ilgiyi daha olumlu istikamete çevirmeye vesile olmasını diliyorum.
This post appeared on the front page as a direct link to the original article with the above link
.
U.S. companies, importers and retailers will bear the initial costs which most economists expect to filter through the supply chain as a cost-push inflation.
[T]he letter’s inconsistent capitalization, randomly emphasizing words like “TRADE,” “Great Honor,” “Tariff,” and “Non Tariff”, undermines the formality expected in high-level diplomatic correspondence.