The Obama administration’s greatest foreign policy failure of the past year is very likely the Palestinian issue. The deadlocked Middle East peace process was re-initiated thanks to the personal efforts of President Obama. Leaders from Egypt, Jordan, Israel — as well as Mahmoud Abbas, representing the Palestinian Authority — were invited to Washington. The first indications that these meetings would not lead to a tractable solution were evident with Hamas' lack of representation and Israeli Foreign Minister Lieberman's failure to attend the talks. And sure enough, despite Hillary Clinton's full-fledged efforts, after a few meetings, the process had come to a halt. The basic issue was over settlements. Even after Obama granted extensive and generous concessions and military aid, the Netanyahu government refused to abandon its policy of settling on Palestinian land. Even a 90-day moratorium proved impossible. As a result, Obama and the United States has fallen into a weak position, derided by the rest of the world as a superpower unable to induce Israel to get in line with its policy goals.
At this point it is difficult to determine how much time Obama will devote to the Palestinian issue in 2011. After all, the most pressing concern has become the tangle of issues involved in the Iran-Syria and Hezbollah-Israel imbroglios. The media missed some important developments in this area by devoting most of its attention to Iran's nuclear policy and the Arab-Israeli issue. Foremost among these missed developments is the substantial transfer of missile ordnance to Hezbollah by Iran and Syria. According to the latest issue of The Economist, since the conclusion of the 2006 conflict, these countries have resupplied Hezbollah with 50,000 high-power and range missiles (most likely SCUD).
These missile transfers are not being widely discussed in the media, but intelligence agencies in the region, as well as U.S. intelligence, are well aware, and the alarm bells are ringing. With these missiles, Hezbollah will be capable of reaching every Israeli city if war breaks out. This means that a potential conflict would be far costlier for both sides, with casualties in the thousands in a conflict bloodied by escalating mutual retaliatory strikes. As The Economist comments, when acute eruptions of violence break out, it is almost inevitable that the conflict zone will expand quickly. This opens the possibility of Syrian involvement, which could draw Iran into the conflict. If we take into account Hezbollah's volatile political structure and Israel's habitual use of disproportional force, the danger of a regional conflict breaking out seems to be mounting.
So what should the U.S. do in the face of such a serious risk of war? All the Middle East issues are interconnected: Iran's nuclear program, Syria, Lebanon, Hezbollah, Hamas and the Israeli-Palestinian issue are not exclusive from each other. For this reason, placing sole importance on the Israeli-Palestinian issue and indexing progress according to Abbas and Netanyahu is not going to bring a solution. Regional dynamics necessitate wider international participation. We need another Middle East conference like the one organized in 1991 just after the first Gulf War. And it is important that all actors and stakeholders are represented; without Syria and Iran, we cannot expect to get anywhere in the peace process. Even if the U.S. has lost much of the prestige it held in 1991 after the first Gulf War, only Obama will be able to organize another conference of this sort. What role will Turkey — with its leadership still embroiled in crisis with Israel — play? I'll address this issue next week.
2011 ve Ortadoğu'da savaş riski (1)
WASHINGTON
Geçtiğimiz yıl içinde Obama yönetiminin dış politika alanında en başarısız olduğu konuların başında herhalde Filistin meselesi geliyor. 2009'da yerinde sayan Ortadoğu barış süreci, geçen yıl Obama'nın şahsi çabalaması sayesinde tekrar başlatıldı. Mısır, Ürdün ve İsrail liderleriyle beraber Filistin Yönetimi'ni temsilen Mahmud Abbas Washington'a davet edildi. Filistin'de Hamas'ın temsil edilmemesi, İsrail'deyse koalisyon ortağı Dışişleri Bakanı Lieberman'ın görüşmelere katılmıyor oluşu zaten bu süreçten pek bir çözüm çıkmayacağının ilk belirtileriydi. Nitekim iki üç görüşmeden sonra ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'un bütün çabalarına rağmen süreç durdu. Temel sorun yerleşim merkezleri konusunda çıktı. Obama'nın, Netanyahu yönetimine verdiği bütün tavizlere ve önerilen cömert askeri yardım paketine rağmen, Tel Aviv, bir türlü Filistin toprakları üzerinde kurmaya devam ettiği yerleşim merkezlerinden vazgeçmedi. 90 günlük bir moratoryum bile mümkün olmadı. Sonuçta Obama ve ABD bütün dünyanın gözü önünde, İsrail'e sözünü geçiremeyen bir süper güç olarak komik ve zayıf duruma düştü.
2011'de Obama'nın Filistin meselesine ne kadar vakit ayıracağını şimdiden kestirmek zor. Zira ortada Filistin konusuna oranla daha büyük aciliyet gösteren bir İran-Suriye- Hizbullah-İsrail sorunlar yumağı var. Geçtiğimiz yıl boyunca dünya basını daha çok İran nükleer dosyası ve Arap-İsrail meselesine odaklandığı için bölgedeki dengeleri değiştiren çok önemli bir gelişme gözden kaçırıldı. Bu gelişme İran ve Suriye'nin, Lübnan sınırı üzerinden Hizbullah'a büyük oranda füze transferleri gerçekleştirmesiydi. The Economist dergisinin bu haftaki sayısında, İran ve Suriye'nin Hizbullah'a 2006'da yaşanan son savaştan bu yana 50 bin kadar menzil alanı ve vurucu gücü yüksek füze (muhtemelen Skud füzeleri ) tedarik ettiğini belirtiyor.
Bu füze transferi konusu dünya basınında çok tartışılmıyor. Oysa bölgedeki ve Amerika'daki istihbarat örgütleri bu yeni gelişmenin farkındalar ve alarm zilleri çalıyorlar. Bu füzeler sayesinde Hizbullah, İsrail ile yeni bir savaş yaşandığı takdirde, İsrail'in bütün şehirlerine ulaşacak bir vurucu güce sahip. Böylece 2006 savaşından çok daha kanlı, muhtemelen her iki tarafta da binlerce kişinin öleceği bir "rövanş" yaşanabilir. Gene The Economist dergisinin belirttiğine göre böylesine kanlı bir Hizbullah-İsrail "rövanşı" kitlesel ölümlere sebep olunca, savaşın kapsadığı cephe kaçınılmaz olarak genişleyecek. Suriye ve muhtemelen Suriyeİsrail çatışması sonrasında İran'ın da devreye gireceği bir İran-İsrail savaşı çıkabilir. Bir yanda Hizbullah gibi kontrolü zor bir aktörün eline Skud füzelerinin geçmesi, öte yandaysa İsrail gibi savaş doktrini orantısız misilleme ve caydırıcılık üzerine kurulu bir gücün karşı karşıya gelmesi sonucunda, bu sefer 2006'dan çok daha kanlı ve Ortadoğu genelini kapsayacak bir savaşa doğru adım adım yaklaşıyoruz.
Peki, böyle bir savaş riski karşısında ABD ne yapmalı? Ortadoğu'da bütün sorunlar birbirine bağlı. İran'ın nükleer programı, Suriye, Lübnan, Hizbullah, Hamas ve İsrail-Filistin meselesi birbirinden bağlantısız sorunlar değil. Dolayısıyla sadece İsrail-Filistin meselesini masaya yatırmak ve Ortadoğu barış sürecini Mahmud Abbas ve Netanyahu'ya endekslemek bir çözüm getirmeyecek. Bölgedeki dinamikler gittikçe daha geniş katılımlı bir uluslararası konferansı gerektiriyor.
1991'de Birinci Körfez savaşından sonra Madrid'de yapılan Ortadoğu Konferansı'na benzer bir platformda bütün meselelerin ve aktörlerin temsil edildiği bir konferansa ihtiyaç var. Suriye ve İran'ın içinde olmadığı bir Ortadoğu barış süreci olamaz. Her ne kadar ABD 1991'e oranla prestijinden çok şey kaybetmiş olsa da, böylesine geniş katılımlı bir uluslararası konferans ancak ve ancak Obama liderliğinde toplanabilir. İsrail ile halen kriz yönetimi yürüten bir Türkiye nasıl bir rol oynayabilir? Haftaya bu konuyu ele alacağız.
This post appeared on the front page as a direct link to the original article with the above link
.