ABD’de sivil toplumu ve lobiciliği keşfederken
Günümüzde devletler aslında sivil toplumun arkasında gidiyor. Türkiye sivil toplumu keşfettikçe hem içeride daha kaliteli bir demokrasiyi ve adil bir kalkınmayı zorluyor, hem de dünyadaki temsil kabiliyeti artıyor ve çıkarlarını daha etkinlikle savunabiliyor.
Türkiye başta ABD olmak üzere birçok ülkede Ermeni lobisiyle uğraşmak zorunda. Ancak bunun yolunu ve yordamını pek iyi bildiği söylenemez. Yumurta kapıya dayandığında Türkiye ‘nereden inceyse oradan kopsun’ şeklinde inanılmaz duygusal tepkiler vererek, gücünü son noktasına kadar test etmekte, risk almakta, işin acı yanı olumsuzlukları da pek durduramamaktadır.
Kendi işi bilmediği gibi, işi de bilmeyenlere, yapmaya da niyetli olmayanlara havale ediyor. El, elin eşeğini türkü ‘çığırarak’ ararmış. Ermeniler lobiciliği başkalarına havale etmiyor, kamuoyunu etkileyip seçilmişlerin elini kolunu bağlıyorlar. Bizde ise laikçi elitler milletin paralarını yabancılarla yiyip-içmenin adına ‘lobicilik’ dediler. Sonuç, elde var sıfır. İngilizceden başka dil öğrenmeyen (bu yüzden ‘alçak sandalyeye’ oturtulan, ne olduğunu anlamadığı için saf saf gülen), yerinden kalkıp halkın arasına karışmayan, dolgun maaşları istif edip tatlı emekliliği hayal eden, ülkesinden bir işadamı gelse tersleyen, ‘monşer’ denilince de o çok nazenin, adeta rektifiyeden çıkmış ses tonuyla ‘ama bozuluyoruz ayol’ triplerine yatan kişilerle bu iş olmuyor.
Ancak çok şükür şimdi bütün bunlar hariciyemizde geçerli değil. Devletle sivil toplum buluştuğunda, ‘millet sinerjisinden’ müthiş hikâyeler çıkıyor. Son yıllarda ABD’den Türkiye’ye gelen akademisyen, araştırmacı, gazeteci, senatör, işadamı gibi etkili insan sayısı geometrik bir hızla artıyor. Ben de bulunduğum mahfiller nedeniyle bu ekiplerle sıkça bir araya gelip geziyorum.
Tepki kısaca şu: ‘Türkiye’yi Ortadoğu’da, Arap dünyasının bir kenarında, dansöz, deve, rakı ve döner ülkesi, soğuk savaş döneminde güvenlik gerekçesiyle ABD’nin zaruri olarak katlandığı huysuz, her fırsatta ‘at pazarlığı’ yapan bir ortağı zannediyorduk. Yanılmışız. Derin bir medeniyet, Araplardan çok farklı bir millet, sofistike bir kültür, gelişmiş ve modern, buna rağmen misafirperver, kıpır kıpır bir ülke. Onlarca kez İsrail’e gittik, ilk defa Türkiye’ye geliyoruz. Tek göreviniz bu muhteşem ülkeyi tanıtmak, pazarlamak.’
Geçen haftaki ABD ziyaretimizde Şikago’dan sonra Los Angeles’a geçtik. Devlet Bakanı Zafer Çağlayan haklı olarak “Buralarla kurulan ilk temas, onlarca defa gelmek lazım.” dedi. Şu küçücük dünyada, çağın imparatorluğu bir ülkeye bu kadar geç gidiyor, öğreniyor, temas kuruyor ve kendimizi birinci elden tanıtıyor olmak, çok acı. Ancak gittiğimiz şehirlerde gördük ki, devletten çok önce işi fark etmiş Anadolu insanı çoktan oralara gidip arkadan gelecekler için adeta dikensiz gül bahçeleri inşa etmiş, marka bir milletin yolunu açmaya başlamışlar.
Kaybedilen zamanı telafi etmek için hummalı ve adanmış çalışmalar gördük. Los Angeles’ta Türklerin kurduğu Pacifica Enstitüsü’nde yapılan sunumda kısa adı CATA olan Kaliforniya Türk-Amerikan Ticaret Odası ekonomiyi ve fırsatları, Pacifica Enstitüsü’nün görevlileri ise birlikte gerçekleştirdikleri ‘Türkiye’yi keşfetmek’ temasıyla Anadolu Kültür ve Yemekleri Festivali’ni anlattılar. Beş şehrin tarih, çevre ve insan temalarıyla dev minyatür şehirler kurmuş, bir hafta boyunca dev şehir Kaliforniya’yı oluk oluk buraya akıtmışlar. Millet ve medeniyet aşkına koskocaman doktora öğrencileri başlarının üstünde tepside ‘sıcak simit’, sırtlarında ise güğümle Osmanlı şerbeti satmışlar. Batı Amerika Türkî Konsül sayesinde temsilde birlik ve beraberlik de sağlanmış durumda.
Türkiye bunu 50 eyalette, yapabildiği kadar yapsa ve başka da hiçbir şey yapmasa imajımız tavan yapar, turizm gelirimiz katlanır. Bizim ABD’ye satacağımız en müstesna varlık da, lobiciliğin ve barış elçiliğinin kralı da bu olsa gerek. Adeta ‘bizden don satın alın’ diye konuyu tek bir faktöre kilitlemenin anlamı yok. Bir bayan iş kadını, “Festivali görüp de, derhal gitmek istiyorum demeyen bir kişi görmedim.” diyor.
Festivalde minyatür caminin minaresinden günde birkaç kez canlı ezan okunmuş. Bir Ermeni vatandaş köşede sessizce ağlıyormuş ve ‘Çünkü biz Türkiye’de yaşarken hayatın içinde bu ezan da vardı.’ diyormuş.
Leave a Reply
You must be logged in to post a comment.