The American–Iranian Chess Game and the Turkish Knight

<--

ABD’nin İran’la satrancı ve Türk atı

ABD-Avrupa-İsrail’in İran’a karşı kurduğu ittifak bazı açılardan Soğuk Savaş dönemini andırıyor. Washington’da ya bizimlesin ya da bize karşı halet-i ruhiyesi hakim. Bu durum, Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor.

Ankara’nın Tahran’a karşı tedbir ve eylemlerdeki isteksizliği, Washington’da adeta Soğuk Savaş’ta komünist cepheye destek veriliyormuş tesiri icra ediyor. Dışarıya fazla yansıtılmamaya çalışılsa da, ABD başkentinde şu sıralar Ankara’ya yönelik son derece kuşkucu, sitemkar, hatta hasmane havanın hakim olmasının temel sebebi bence bu. İsrail’le yaşananlar, Erdoğan hükümetinin ‘İslamcı kökleri’ gibi ‘sorun’lar bile Ankara’nın İran politikasından duyulan rahatsızlığın gerisinde kalıyor.

Soğuk Savaş döneminde komünizmle mücadelede istihbarat ve propaganda operasyonlarına yoğun şekilde başvurulurdu. Bu bağlamda, İran’ın nükleer programını sekteye uğratan yeniyetme bilgisayar virüsü Stuxnet’in kaynağını ABD ve/veya İsrail olarak gösterenler bence doğru iz üstünde. Son zamanlarda Batı basınında örneklerine sıkça rastlamaya başladığımız Türkiye’yi hedef gösteren tarzdaki yayınlara da bir de bu açıdan bakmakta fayda var.

Türkiye’ye ilişkin en operatif yakın dönem haberlerinden birine Reuters imza attı. 20 Eylül tarihli özel haber, Türkiye’nin İran’a karşı ambargonun tesirini kırdığı yönündeki bazı bulgu ve analizleri ön plana çıkarıyordu. Peki Reuters, bu bulguları ve analizleri nereden almıştı? Muhabirin ifadesine göre, ‘Gizlilik derecesi taşıyan raporlar’ ile ‘Batılı diplomatlar, hükümet ve istihbarat yetkilileriyle görüşmeler’den istifade edilmişti. Belli ki birileri Reuters üzerinden Türkiye’yi sıkıştırmayı hedefleyen bir istihbarat operasyonu yapmıştı. (‘Batılı diplomatlar’ ifadesinin, diplomasi basını camiasında genelde Amerikalı haber kaynaklarını deşifre etmemek için kullanıldığını da not etmek isterim.)

Türkiye’nin İran’a BM yaptırımlarına hayır demesi, uluslararası hukuk gereği ambargoya riayet edecek olsa da tek taraflı Amerikan yaptırımlarına katılmayacağını açıklaması, Washington’u harekete geçirdi. Ağustos ayında ABD Hazine ve Dışişleri Bakanlığı mensuplarından bir heyet Türkiye’yi ziyaret ederek Tahran’ın işine gelen çeşitli finans ve bankacılık uygulamalarından geri durulmasını, hükümetin özel sektöre bu yönde telkinde bulunmasını rica etti. Ancak taleplerine hükümetten pek karşılık bulamadı. Ardından Türkiye’nin İran’a yardım ve yataklık yaptığını öne süren bir kısım istihbarat raporları ve analizleri piyasaya çıkmaya başladı.

İran karşıtı operasyonlarda Amerikan Kongresi de üzerine düşen rolü oynuyor. Türkiye’ye hasım Ermeni ve Yunan destekli lobilere İsrail güdümlü bazı Yahudi gruplar da eklenince, Kongre’de kim vurduya gitme ihtimalimiz iyice arttı. Demokrat Senatör Chuck Schumer ile Cumhuriyetçi Senatör Jon Kyle, 28 Eylül’de Dışişleri Bakanı Hillary Cl0inton’a bir mektup yazdı. Temmuz ayında çıkan ve İran’a tek taraflı Amerikan yaptırımlarını içeren kanunun çerçevesine giren bazı uluslararası ticari hareketlere yönelik cezai müeyyidelere başlanması çağrısında bulundu. İran’a rafine edilmiş petrol ürünleri ticaretinden dolayı ismen hedef gösterilen birkaç yabancı firma arasında Türkiye’den Tüpraş da vardı.

Kongre’den pası alan Obama yönetimi, geçen perşembe Dışişleri Müsteşarı James Steinberg’in ağzından cezai müeyyide uygulanacak ilk yabancı şirketi açıkladı. Bu, İran’ın ulusal petrol firmasının İsviçre’deki uzantısı olan Naftiran Intertrade (NICO) firması idi. Amerikalı yetkililer, diğer firmaların durumuna bakmaya devam ettiklerini, amaçlarının cezai müeyyidelere mecbur kalınmadan İran yaptırımlarını ihlal eden türde aktivitelerin durdurulması olduğunu söylüyor. Steinberg, Türkiye’yi ve Tüpraş’ı nazara vermedi. Bu tutum, Amerikan yönetiminin Türkiye’yi açıktan mümkün mertebe karşısına almama stratejisine uygun. Çok mecbur kalmadıkça sopa vurmayacaklar, ama aba altından sopa göstermeye devam edecekler. Bu arada ABD Dışişleri Bakanlığı, Tüpraş’ın kendilerine ağustos ayında İran’a benzin satış kontratlarını iptal ettiği yönünde bildirim yaptığını da açıkladı.

Ankara’nın resmi tutumu, İran’la ticaret yapan şirketlere ya da iş yapan özel Türk bankalarına doğrudan telkinde bulunmama. Karar özel sektöre bırakılıyor. Amerikalılar, Soğuk Savaş mantığı içinde, bunu not ediyor.

Washington, Türkiye’nin İran’dan doğalgaz ithalatından ve bu alışverişin daha da artması ihtimallerinden rahatsız. Ankara’nın İran’dan Batı’ya gelebilecek tehditlere de mukabele etmesi planlanan füze savunma sisteminin bir kısmını Türkiye’ye yerleştirme yönündeki baskılara direnmesi, Washington’daki rahatsızlığı körükleyen diğer önde gelen faktörlerden. Pentagon, NATO’nun kasımdaki Lizbon zirvesinden önce Ankara’nın yeni savunma sistemine yeşil ışık yakmasını arzu ediyor. Kısacası bir ucunda İran’ın bulunduğu meseleler nedeniyle Türkiye’nin sokulduğu çember giderek daraltılıyor.

ABD’nin İran vurgusunu sadece İsrail’in ve dünyadaki bazı Yahudi grupların bastırmasının bir fonksiyonu olarak değerlendirmek eksik bir okuma olur. İran’la nükleer cedelleşmede galibiyet, global nüfuz mücadelesinde başta ABD olmak üzere topyekûn Batı için hem karizmatik hem stratejik açıdan hayati önem taşıyor. ABD satranç tahtasında İran’a şah demek isterken, hamlesinin önünü kapatanlar arasında müttefik saflardaki Türk atı da bulunmakta. Atı oradan çekmek istiyor, at direniyor. Satranç ustası İran, oyunun kendisi açısından çıkmaza girdiğini gördüğü anda mat olmadan bir şekilde geri adım atacaktır. Benim derdim, arada kalan Türk atının başına bir kaza gelmemesi.

About this publication