The U.S.’ Test with Turkey’s “AKP”

<--

Amerika’nın AK Parti ile imtihanı

Amerika’nın eski Ankara Büyükelçisi Eric Edelman’ın “AK Parti fazla şımardı, tedbir almalıyız” yolundaki açıklamaları beni 1970’li, hatta daha önceki yıllara geri götürdü.

Yaşı müsait olanlar veya işi tarihten, o günün gazetelerinden izleyenler bilirler.

1950’de Türkiye’de çok partili hayata geçiş, ardından DP’nin iktidar olması ve 1950-57 arasında bir “altın çağ” yaşaması hep ABD’nin bir etkinliği olarak görülmüştü. O kadarı olmasa bile savaş sonrasında ABD’nin Türkiye’den daha demokratik bir ülke olmasını istediği gerçektir. İnönü, savaşı Almanya’nın yitirdiğini görünce derhal yeni bir hamle yapmış ve ABD ile uzlaşmanın yollarını aramıştı. Kim bilir belki bu kararı almasında savaş sırasında Almanya’yı desteklediği için kendisinden iyi kötü “hesap sorulacağına” dönük korkusu da rol oynamış olabilir. Kaldı ki, Türkiye neredeyse ekmeğe muhtaç bir ülkeydi o sıralarda. O şartlarda ülkeyi bir diktatörün demir pençesinde yönetmenin Osmanlı’dan beri devam eden modernleşme/ yenileşme mantığını içselleştirmiş bir siyasetçiye mümkün görünmediği ise muhakkaktır.

Bu şartlarda iktidar olan “Türkiye’yi küçük Amerika yapacağız” diyen DP’yi gene ABD’nin 1960’ta devirdiği çok söylenmiş ve yazılmıştır. Nedeni, bu iddia sahiplerine göre açıktı: Menderes ülkeyi sanayileştirmeye ve kendi kendisine yeter bir ülke haline getirmeye çalışmaktadır. Bölgesel bir güç olmayı istemektedir. ABD ise Türkiye’nin bir tarım devleti olarak kalmasından yanadır. Bu çelişki Menderes iktidarının sonunu hazırlamıştır. O sıralar New York Times yayın yönetmeni Sulzberger’in Türkiye’ye gelip “Menderes ateşle oynuyor” diye yazdığı yazı ise arşivlerde duruyor.

Aynı senaryo daha sonra Demirel’in AP’si için üretildi. Bu defa “Morrison Süleyman”ı ABD istemişti. Ama o Demirel de 1965-71 arasında büyüme ve kalkınma politikalarına yönelince bir defa daha ABD duvarına çarpacaktı. O yıllarda gerçekten de ABD dünyanın dört bir yanında askeri darbelerle iktidar tayin ediyordu. Şili’de örneğin. Pakistan’da örneğin. Sürekli olarak demokrasi diyen ABD’nin seçim, halk oyu falan dinlediği yoktu. Sonunda Demirel bir muhtırayla devrildi ve kendisi de “12 Mart’ın altında Amerika vardır” dedi. Dışişleri Bakanı Çağlayangil de aynı şeyleri söylüyordu. Devrilmeden önce bu defa gene bir Sulzberger Türkiye’ye gelmiş ve bu defa o “Demirel ateşle oynuyor” demişti gazetesinde.

O tarihte sol, emperyalizm teorileri içinden dünyaya bakıyordu ve bu konularla yakından ilgiliydi. Demirel’e teslim olmamıştı elbette sol ama onun devrilmesine de şiddetle karşı çıkmıştı. Kendi yakın çevresinden çok Demirel’i, onun MC hükümetleriyle bir kaşık suda boğmak istediği, astırdığı solcular savunmuştu.

Şimdi aynı senaryo bir defa daha sahnede. Edelman Türkiye’de yaşananlardan habersiz değilse de yeterince haberdar olmayan birisi, kalkıyor ve “klasik” ABD senaryosunun bir parçasını dile getiriyor. Baştan beri de AK Parti’nin iktidara gelmesi bir ABD senaryosu olarak görülmemiş miydi? Graham Fuller tezleri ortalığa saçılmamış mıydı? Şimdi zamanı geldiği düşünülüyor ve birileri “öncü birlik sinyalleri” göndermeye başlıyor.

Böyledir. Bu gerçekten de bir Amerikan senaryosudur. Dünya İmparatorlukları daima böyle hareket eder. Bir süre iyi ilişkiler içinde olduğu iktidarları bir süre sonra daha fazla güçlenip başlarına “bela” olmasın diye unuturlar. Bu bir güvenlik değil “güvenlik elemanı” politikasıdır. Amerika’nın “dostluğu” hep böyle dikenlidir. Ama buna bakıp pire-yorgan ilişkisine girmek de yanlıştır. Türkiye’nin ve hükümetin kendisini ABD’ye çok daha iyi anlatması şarttır. Oysa “one minute” olayından bu yana ilişkilerin şeker renk olduğu açıktır. Gene de Obama yönetiminin Türkiye’yle kökleri derine inen fazla bir sorunu yok. Sorun çok muhtemelen ona da tepki gösteren ve onu da yok etmek isteyen “öteki”, dünyayı kana boğmuş cenahtan geliyor.

Tarihin sınavı herkes için geçerlidir. Bakalım şimdi Edelman’ın “düşüncelerine” karşı kim ne yazacak? Ben en çok solun söyleyeceklerini merak ediyorum. Kenan Evren’le aynı oyu sandığa atmaktan çekinmeyen “solcuların”…

About this publication