Economy of Global Terror

<--

Küresel terörün ekonomisi

Prof. Dr. İhsan Işık Rowan Üniversitesi – 19.05.2011

Adolf Hitler ve Üsame bin Ladin farklı dünyaların ve ideolojilerin insanları. Ancak tarihin bir cilvesidir ki, ikisi de ortak bir kaderi paylaşıyor. Başkan Obama’nın, Bin Ladin’in öldürüldüğünü dünyaya duyurduğu günden tam 66 yıl önce aynı gün, Alman hükümeti de Hitler’in öldüğünü dünyaya duyurmuştu.

İkisi de ideolojileri için dünyada büyük bir terör estirmiş, suçlu ve suçsuz sayısız canın telef olmasına neden olmuştur. Bin Ladin’in öldürülmesi ile dünya gündemine tekrar oturan küresel terörün maddi ve manevi bilançosunu çıkarmadan köklü çözümler üretmemiz mümkün değildir. Amerika’nın son yıllardaki sorunları göz önüne alındığında, terörün bilançosu sadece can ve mal kaybından ibaret değildir. Terörün en büyük maliyeti bir toplumun benliğini, sağduyusunu ve ruhunu felç etmesidir.

Amerika tarihte birçok iç ve dış sıcak çatışmanın içerisinde olmuştur. Lakin Amerika’ya belki de Bin Ladin’den daha maliyetli hiçbir düşman olmamıştır. Amerika’ya değme orduların veremediği zararı, Bin Ladin -küçük bir grupla- vermiştir. Bu anlamda, tarihin en ekonomik savaşçısı belki de Bin Ladin’dir. 1998’de Amerika’nın Bin Ladin’in başına koyduğu ödül 5 milyon dolardı. Ancak, bu fiyat gerçek maliyeti yansıtmaktan çok uzak. Akademik çalışmalara ve Amerikan Kongresi’ne göre, 11 Eylül’ün Amerika’ya toplam ekonomik maliyeti yaklaşık 2 trilyon dolar civarındadır [Irak işgali 806 milyar dolar, Afganistan işgali 443 milyar dolar, artan güvenlik önlemleri 690 milyar dolar]. Birçok ekonomiste göre, küresel krizin çıkışında da 11 Eylül’ün büyük bir etkisi vardır. Amerikan merkez bankası, terörist saldırıların ve sonrasında gelen savaşların ekonomiye olumsuz etkilerini azaltmak için yüklü miktarda para basmış, faizleri uzun süre düşük tutmuş, nihayetinde emtia ve konut balonlarının şişmesine ve küresel krizin çıkmasına neden olmuştur.

Eski Dünya Bankası Baş-ekonomisti ve Nobel ödüllü Prof. Joseph Stiglitz, 11 Eylül’ün maliyetinin tahmin edilenden daha yüksek olduğunu [Irak savaşının bile tek başına Amerika’ya maliyetinin 3 trilyon dolar tuttuğunu] iddia etmektedir. Stiglitz’e göre Irak savaşı aşırı serbest para politikalarının güdülmesine neden olmuş, petrol fiyatlarını yükselterek Amerikan halkının gelirlerini düşürmüştür. Ancak Irak savaşının en büyük faturası, Amerikan ekonomisinin yapısını bozmasıdır. Savaş için harcanan trilyonlar, araştırma ve geliştirme gibi verimli alanlardan kesilmiş ve Amerikan ekonomisinin geleceği tehlikeye atılmıştır. Aslında, tehlikeye atılan sadece Amerikan ekonomisi değil, Amerika’nın meşruiyeti olmuştur. Cana ve mala gelen zarar bir yerde telafi edilebilir. Ancak, bir ülkenin kredisinin ve itibarının sarsılması telafisi zor zararlardır. 11 Eylül sonrası ABD’nin verdiği hukuksuz ve orantısız ivedi tepkiler, dünyanın örnek aldığı liberal ve demokrat eski Amerika’yı götürmüş, “ya bizimlesiniz ya da teröristlerlesiniz” diye dost ve düşmana meydan okuyan “despot ve saldırgan” yeni Amerika’yı getirmiştir. Ancak, 10 yıl sonra Amerika’yı mütevazılaştıran küresel kriz ve başarısız savaşlar göstermiştir ki, bütün dünyadan daha fazla savunma bütçesine sahip Amerika’nın asıl gücü “pazı gücü” değil, “meşruiyet gücüdür”. Anlaşılan, beyinlere ve vicdanlara hitap etmedikçe, dünyanın şahı da olsa, kimse dünyaya zorla söz geçiremez.

Ekonomistler yıllardır bir ülkenin kalkınmasını sadece ekonomik bir uğraş olarak gördüler. Hâlbuki ekonomik kalkınma ancak asayişin, adaletin ve köklü kurumların var olduğu bir ortamda mümkün olur. Unutmayalım ki, Avrupa ve Amerika ilk önce hak ve özgürlük devrimlerini (Fransız Devrimi ve Amerikan Bağımsızlık Savaşı), daha sonra sanayi devrimlerini yaptı. Sürdürülebilir kalkınma çok yönlü bir uğraştır. Nitekim Columbia Üniversitesi Yeryüzü Enstitüsü, kalkınma çalışmalarını fizikçiler, ekolojistler, mühendisler, ekonomistler, siyaset bilimciler, işletmeciler, halk sağlığı uzmanları ve doktorlardan oluşan bir ekiple yapmaktadır. Aynı şekilde, kalkınmanın sadece ekonomik politikaların bir eseri olmadığını fark eden Dünya Bankası da, yeni yayınlanan 2011 Dünya Kalkınma Raporu’nda “İhtilaf, Güvenlik ve Kalkınma” arasındaki ilişkiyi inceliyor. 325 sayfalık bu rapor yüzlerce kurum ve uzmanın katkılarıyla hazırlanmış ciddi bir çalışma. Raporun ana mesajı, bir ülkede meşru bir düzen olmazsa, asayiş ve hukuk olmaz; hukuk olmazsa da ekonomi gelişmez. Bugün dünyada iç çatışmalardan muzdarip 1,5 milyar insan yaşıyor. Bir ülkenin başına gelebilecek en büyük felaket -ne deprem, ne tsunami, ne kasırgadır- anarşidir. İç çatışmaların tahribatını silmek bir nesil istiyor. İç savaşlar bir ekonominin 30 yıllık milli gelirini alıp götürüyor. Ticaretin şiddet öncesi seviyeye dönmesi ise ortalama 20 yıl alıyor. Çatışmalara maruz kalan ülkelerde yoksulluk oranı yüzde 20 daha fazla. Asayiş sorunu olan hiçbir ülke henüz BM’nin ‘Milenyum Kalkınma Hedefleri’nin birisini dahi tutturmuş değil.

Güvenlik pahalı bir hizmet. Somalili deniz korsanlarıyla mücadele yıllık 2 milyar dolara mal oluyor. Latin Amerika, Afrika, Doğu Avrupa ve Orta Asya’da faaliyet gösteren birçok işadamı en büyük sorunlarının güvenlik olduğunu vurguluyor. Bu sorunların uzakta olması kimseyi kurtarmıyor. Ortadoğu’daki çatışmalar petrol fiyatlarını yüzde 20 artırmış, tüm dünyayı ekonomik olarak sarsmıştır. Terör ve iç çatışma bir kez çıktığında durdurması çok zor hale geliyor. Geçen 10 yılda dünyada görülen çatışmaların yüzde 90’ı, daha önce iç çatışmaların yaşandığı ülkelerde gerçekleşmiştir. Onun için, çatışmaların çıkmadan önlenmesi en büyük reçete, zira bir kez cin lambadan çıkınca geri koyması çok zor. Rapor, şiddetin kaynağı olarak yüksek işsizlik oranları (özellikle gençler arasında), siyasi ve ekonomik dışlanma, yolsuzluk, eşitsizlik (bölgesel, dini, etnik, gelir), uluslararası suç şebekeleri ve dış güçleri sayıyor. İç çatışmalarla mücadele için, önceliklerin çok iyi belirlenmesinin ve hiçbir şey yapmadan önce toplum nezdinde güven tazelenmesinin gerektiğini tavsiye ediyor. Ayrıca, yapılacak reformlar için yeterli şekilde ittifaklar kurulmasını, erkenden birkaç kritik sonuç elde edilmesini, güvenlik ve adalet reformlarının bir an önce yapılmasını, pragmatik davranılmasını ve sabırlı olunmasını önermektedir. Bir vücut bağışıklık sisteminin çökmesiyle her türlü hastalığa maruz kalır. Bir ülke için sosyal ve ekonomik sorunlara karşı en büyük korunma yöntemi adalet, güvenlik ve iş sağlayacak güçlü kurumlara sahip olmasıdır.

Aslında, Batı’nın bütün velvelesine rağmen, dünya bugün en barışçıl dönemini yaşıyor. Ülkeler arası savaşlar neredeyse yok oldu. İç çatışmaların sayısı yarı yarıya düşmüş durumda. Sivil çatışmalarda hayatını kaybedenlerin sayısı 1980’lerde yıllık 164 bin iken, 2000’lerde 42 bine düşmüştür. Bu çatışmaların yüzde 80’i Batı ülkeleri haricinde cereyan etmektedir. Ancak, feryat koparan Batı’dır. Amerika 11 Eylül sonrası “küresel terörle savaş” ilan etti ve bütün dış politikasını güvenlik üzerine kurdu. yüzde 1 ihtimal bile olsa, tehdit kabul edip, oraya buraya saldırdı. İstihbarat ve güvenliğe trilyonlarca dolar harcadı. Halbuki Prof. John Muller’e göre, 1960’tan beri bir Amerikalının terörden ölme şansı, arabasının önüne geyik çıkıp kazada ölmesiyle aynıdır (500 binde 1). O zaman nedir bu “bin yıllık savaş” ilanı? Amerika dost peşinde koşacağına, düşman peşinde koşuyor. ABD’nin yıllık askerî harcaması tüm dünyanınkine bedeldir (kişi başına 20 kez büyüktür). Bu sektörden nemalanan birçok silah şirketi, dünyayı sarmış askerî personeli vardır. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle, en büyük düşmanı Sovyetleri kaybeden Amerika bu kadar askerî harcamayı nasıl açıklayacak? Artık Üsame de yok…

About this publication