Sean Penn’in basiretinin tutulduğu an; Allah’ın hikmeti…
Bütün bir gece yayın devam etmiş; artık en sonuna gelmiştik…
Sabah saatler 07’yi gösteriyordu…
Oscar ödül töreninin yapıldığı Los Angeles; Amerika’nın doğusundan 3 saat; Türkiye’den 10 saat geride olduğu için, törenin yapıldığı Dolby Teather’da gecenin 9’uydu saat… Los Angeles dünyadan farklı saatlerde yaşardı hayatı…
Orada bulunduğum sırada gazeteye yazımı; sabah en geç 9-10 gibi göndermek zorundaydım, yazıların girebilmesi için…
***
Bütün Oscar’lar dağıtılmış; sırada tek bir Oscar; “En İyi Film Oscar”ı kalmıştı…
2014 yılının en iyi filmi seçilecekti Oscar gecesinde… Heyecan doruktaydı…
İki Oscar’lı oyuncu; Hollywood’da mazlumların!, ezilmişlerin, eşcinsellerin, duyarlı! temsilcisi; Amerika’nın Irak’taki savaşına karşı çıkan bir oyuncu gelecekti ödülü vermeye… Sean Penn…
***
O kadar ki o “Bağımsız Amerikan Sineması”nın en önemli siması olarak bilinir; yıllar içinde Hollywood’a alternatif olarak ortaya çıkan, Avrupa sinemasının egemen olduğu Cannes film festivalinin Jüri Başkan’lığı ona önerilirdi…
***
Sean Penn; San Francisco Belediye Meclisi üyeliğine seçilen bir gay olan ve homoseksüel haklarının alınması mücadelesinin Amerika’da idolü haline gelen Harvey Milk’in hayatını canlandırdığı filmiyle Oscar ödülüne layık görülmüştü…
İşçilerin sendikal mücadelelerinde hep Sean Penn vardı Amerikan sinemasının duyarlı oyuncusu olarak…
Irk ayrımına karşı mücadelede; Amerika’nın savaş politikalarına yönelik eleştirilerde, başı daima Sean Penn çekerdi…
***
Onun; Amerikan aleyhtarı “tepkilerin”, sinemada yönlendirildiği, kanalize edildiği bir “proje figür” olduğunu düşünürdüm…
Düşüncemi haklı çıkartacak, sayısız örnek ve sezgisel izlenimim vardı…
Sean Penn hem Amerikan sinema endüstrisinin “en değer verilen figürlerinden biri” hem de en Amerikan karşıtı politikaların lideri gibiydi…
Bu nasıl oluyordu?..
*****
BOHEM; PROTEST, EZİLENDEN YANA BİR SANATÇININ PATLADIĞI! AN!..
Amerikan demokrasisi; karşıtlarını absorbe edebilen, tahammül ve tölerans gücü yüksek bir demokrasiydi…
Ne var ki; “en Amerikan aleyhtarı gözüken politikaların şampiyonluğunu yaparken, Hollywood’un en ayrıcalıklı koltuklarından birinde oturmak” o kadar da kolay değildi…
Amerikan politikalarına karşı çıkmaya tölerans başka bir şey, onun şampiyonluğunu yapanlara, en ayrıcalıklı koltuğa oturtmak başka bir şeydi…
Sean Penn bu ikincilerdendi…
***
Önceki sabah saat 07’de; Sean Penn’i 2015 Oscar’larının en prestijli ödülünü vermeye gelirken sahnede gördüğümde, hislerimde yanılmadığımı anlamıştım…
Yine en prestijli rolde; “popüler Hollywood karşıtı sayılan” Sean Penn vardı işte…
Her nasılsa “en karşıt olan” en ayrıcalıklı konumda; en prestijli ödülü vermek üzere geliyordu…
***
Ünlü oyuncunun bohem ve protest tarzına uygun, yakası açık bir gömleğin üzerine giyilen gri bir kravat kıyafetini tamamlıyordu…
Herkesin “papyon taktığı, bir gecede elbette protest ve marjinal kalmaya özen gösteren sanatçının aksesuarı gömlek düğmesi açık gri bir kravat olmalıydı…”
Sean Penn’de kendisinden beklenen dekora ve role uygun bir aksesuarı taşıyordu…
***
Her şey tamamdı… Geriye kalan tek sahne; Sean Penn’in zarfı açıp, ödülü kazanacak filmi açıklaması ve ödülü vermesiydi… İşte ne olduysa o anda oldu… Penn; zarfı açtı…
Gördüğü isim karşısında kazananı hemen anons etmek gelmedi içinden…
Fazladan bir şeyler söylemek istiyordu…
Kazanan ismi öylesine “açıklayıp” gitmeyecekti o sahneden…
***
En İyi Film ödülünü de Birdman filmi alıyordu ve onun Meksika’lı yönetmeni Alejandro Gonzales, sahneye üçüncü kez Oscar almak için çağrılacaktı…
Amerikan sinemasında, tek bir Oscar ödülünü hayatları boyunca kazanamayan nice ünlü aktör, aktrist ve yönetmen varken; bizzat Sean Penn bu ödülü tüm sinema hayatı boyunca iki kez alabilmişken; Meksika’lı bir göçmen aynı törende üçüncü Oscar ödülünü onun elinden alacaktı…
Kabul edemezdi bunu!..
*****
EGOYU DİZGİNLEYEMEMEK…
Buna dayanamadı Sean Penn… Egonun patladığı bir yer vardır hayatta… İnsanın yıllarca oynadığı rolü; bir anda deşifre eder, onu ele verir, kimliğini açığa düşürür…
İnsan aklının üzerinde bir “evrensel aklın insanı etkisi altına aldığı” ve varlığını gösterdiği anlardan biridir o an…
İnsanın ötesindeki bir büyük güç;
-”Sen değil benim gücüm idare ediyor, dünyayı, evreni ve hayatı” şeklinde iletir mesajını o anda… Değişik dinlerde değişik şekillerde formüle edilir bu durum… “Allah’ın hikmeti” deyimi, en basit, en yalın, tüm dinleri, Budizmi de kapsayacak bir ifade tarzıdır…
***
Sean Penn’in yıllarca oluşturduğu imajda, kendini ele veren o cümle o anda Dolby Teather’da döküldü ağzından: -“Bu o… çocuğuna Yeşil Kartı kim verdi?..”
Yeşil Kart Amerika’da göçmenlere verilen oturma müsadesinin adıydı…
O gece üç Oscar alan Meksika’lı yönetmen Alejandro Gonzales de Amerika’da yeşil kart alarak yaşamaya başlayan bir göçmendi…
Ezilmişlerin, işçilerin, homoseksüellerin, Amerikan sinemasının popüler, ırkçı, faşist ve duyarsız görünen tüm politikalarının amansız karşıtı Sean Penn, güya espri yaparak;
“Bu o… çocuğuna Yeşil Kartı kim verdi?..” diye soruyordu…
***
Latin kökenliler, bir anda sosyal medyayı bombardımana tutuyor ve Sean Penn’e olan tepkilerini boşaltıyorlardı…
Alejandro Gonzales; “Sean Penn benim arkadaşım” demesine rağmen, Oscar konuşmasına son anda bir ek yaparak; “Meksikalı göçmenlerin Amerika’da insanca yaşaması için çağrı”da bulunuyordu…
*****
BUMERANG…
Silah bir anda ters tepmiş Bumerang halini almıştı… Benim bu olayda ilgilendiğim taraf; Amerikan karşıtlığı, Amerikan yanlılığı, Sean Penn’in kimliği, rolü ya da algısının çok ötesindeydi…
Hayatı sahici duygularla yaşamayanlar bir gün mutlaka bir yerde “patlarlar…”
Hiç kimse sonsuza dek kendisini gizleyemez…
Hayatımı son beş yılda; cehenneme çevirmeye çalışan “makyajı muhteşem, demokrat ve liberal görünümlü, hoşgörü abidesi!! bir aile vardı…”
Allah’ın hikmetiyle makyaj aniden bir gün dökülüverdi…
Cascavlak ortaya çıktı “hoşgörünün ardında yatan kin ve tölerans diye görünen intikam…”
Gabriel Garcia Marquez’in söylediği gibi;
“Öfkemi, buzun üzerine yazdım… Güneşin çıkmasını beklemeye koyuldum…”
Fazla zaman geçmedi…
Güneş açtı;
Yüreğim sevgiyle doldu…
Hayat sevgiyle içimde ve dışımda akmaya devam etti…
Gaddar kinlere; cellad intikamlara inat…
In America, freedom of speech includes making jokes, even ones you don’t like.