AMERİKAN başkentinde, Türkiye gündemin ön sıralarını işgal eden bir konu değil. Siyasetle alakalı insanların aklındaki en önemli soru kasım ayının başında yapılacak seçimlerin sonuçları. Demokratların Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğu kaybetmeleri bekleniyor. Bu da yönetimin bundan sonraki işini çok zorlaştıracak.
Arka planda ise Türkiye meselesinin, ve sanırım burada haklı ya da haksız Türkiye’nin bir mesele haline geldiğinin altını çizmek lazım, yönetimde ciddi şekilde düşünülmekte olduğu anlaşılıyor. Ancak bu yeniden değerlendirme ve Türkiye’nin iç dinamiklerini anlama çabaları gayet olumsuz bir havada gerçekleşiyor.
Bundan önceki yıllarda kulak arkası edilen Türkiye, daha doğrusu iktidar hakkındaki olumsuz yorumlar, giderek daha fazla kabul görülmeye başlamış. İki kırılma noktası bu sonuca yol açtı. Mavi Marmara saldırısının ardından İsrail ile ilişkilerin giderek daha fazla bozulması ve İran’a yönelik ambargo oylamasında verilen hayır oyu.
Hangi konunun daha önemli olduğu konusunda ise görüş ayrılığı var. Bazılarına göre İsrail ilişkilerindeki kötüleşme, karşılıklı atışma, güçlü İsrail lobisinin de etkisiyle Türkiye’nin pozisyonlarının olabilecek en kötü perspektiften yorumlanmasına yol açıyor. Başkan’ın telefondaki ricasına rağmen Türkiye’nin hayır oyu vermesi olumsuz perspektifin en önemli nedeni.
Amerikan başkentinde Türkiye hakkındaki gelişmeleri en gerçekçi şekilde yorumlayan Zaman Gazetesi temsilcisi Ali Aslan’ın da vurguladığı gibi “ABD-Avrupaİsrail’in İran’a karşı kurduğu ittifak bazı açılardan Soğuk Savaş dönemini andırıyor. Washington’da ya bizimlesin ya da bize karşı halet-i ruhiyesi hâkim. Bu durum, Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor.”
Üstelik Türkiye’nin nerede duracağı Batı dünyası açısından giderek daha fazla önem kazanıyor.
German Marshall Fund, İsveç Dışişleri Bakanlığı ve TÜSİAD’ın üç yıllık bir program çerçevesinde düzenledikleri ABD-AB-Türkiye ilişkilerini konu alan konferansta bu konular konuşuluyor. Konferansa katılanlardan bir Avrupalının söylediği gibi Türkiye ile AB ve ABD arasındaki ilişkilere son safhada bir güvensizlik hâkim. Taraflar birbirlerinin yaptıklarını çok dar perspektiflerden değerlendiriyorlar. Özellikle Amerikan tarafının kendi perspektifi dışında bir mantıkla hareket edilmesine tahammülü çok sınırlı.
Zaten bunun sonuçları Türkiye’ye yönelik söylemin düşünce kuruluşları ve Kongre’de sertleşmesinden de anlaşılıyor. Bir Türk yetkilinin söylediği gibi tıpkı ABD-Rusya ilişkilerinde olduğu gibi hem AB-Türkiye hem de ABD-Türkiye ilişkilerinde “yeniden başlamak” gerekiyor. Bunu başarabilmenin birinci şartı ise tarafların birbirilerinin pozisyonlarını daha iyi anlamaları.
Amerikan tarafında kendi pozisyonlarına otomatik destek bulamamanın yarattığı bir rahatsızlık kuşkusuz var. Özellikle İsrail- Filistin meselesinde alternatif bakış açılarına da açık değiller. Buna karşılık Türkiye de kendi çıkarlarına uygun gördüğü siyaset tercihleriyle ittifak ilişkisinin yükümlülüklerini yerine getirme arasında her zaman dengeyi kuramıyor.
Her şeye rağmen Amerikan yönetimi uzun vadede Türkiye ile ilişkileri nasıl bir çerçeveye oturtması gerektiği hakkında ciddi şekilde hemen her alanda çalışmalar yapıyor. Bir yetkilinin dediği gibi Batı ittifakıyla Asya daha doğrusu Çin arasındaki ilişkilerin geleceğine yönelik üç senaryoda da Türkiye “pivot” ülke olarak görülüyor.
Bu çabanın önemli olduğuna kuşku yok ancak üç tarafın da bundan sonrası için hem pozisyonlarını daha netleştirmek hem de söylemlerini düzeltmek gibi bir yükümlülükleri var. Türkiye açısından bu çaba, Batı ittifakı içindeki yer ve sorumluluğunun ne olduğunu düşünmeyi de gerektiriyor.
Leave a Reply
You must be logged in to post a comment.